Başka türlü bir ciddiyet, benim istediğim...
Yaşamı ciddiye almak önemli.
Tabii birçok konu ve kavramda olduğu gibi burada da yanlış algılarımız var gibi geliyor bana. Ciddiyetin sadece ağırbaşlılık, durağanlık, gülmeme hâli vs. olduğu düşünceleri yerleşmiş kolektif zihnimize. Oysaki ciddiyetin en önemli kısmı -tabii bana göre-, hakkını vermek. Peki neyin?
İçimde hızla oluşan cevap, yaşamın bütününün ve her ân'ın şeklinde beliriyor.
Ân bilinci, ân'a kıymet vermek, ân'ı yaşamak kavramlarının bir süredir içlerinin boşaldığının farkındayım. Bunla birlikte bazı kavramların içlerini boşaltmamızın onların değerini azaltmadığını; özen, dikkat ve ciddiyetle yaklaştığımız takdirde, bunların önemini yeniden fark edebileceğimizi düşünüyorum.
Ân'ı yaşamak dediğimiz şey, elimizden geldiğince şimdiye kök salmak demek. Doğrusal zaman algımız çerçevesinde arkamızda ve önümüzde sonsuz bir geçmiş ve gelecek var, yok değil; lakin bir yandan da her daim şimdide, ân'da nefes alıp veriyoruz. Yani bir bakıma da ne dün var ne yarın... Her ne yapıyorsak şimdi yapıyoruz; geçmişi şimdi düşünüyor, keyifleniyor ya da üzülüyor; geleceği şimdi hayal ediyor, kurguluyor, ona dair umutlanıyor ya da endişeleniyoruz. Şimdide olmadığımız tek bir an yok yani.
Hikâye şu sanki: Bedenimiz her daim şimdi'ye demirlenmiş iken zihnimiz fıldır fıldır geçmiş ve gelecek arasında mekik dokuyabiliyor. Bu birçoğumuz için öyle bir seviyede ki zihnimizin bu ân'da olmasının ne demek olduğunu gerçekten hiç bilmeyebiliyoruz. Geçmişten ders almak ve gelecekteki güzel yaratımlar için zamanda yaptığımız yolculuklar elbette gerekli lakin buna bilinç getirmemizde büyük fayda var. Hakimiyet bizdeyse eğer, ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda geriye ve ileriye sarar fakat rastgele sürüklenmelere kapılmayız. Bedenimizle zihnimizin uyumlu bir şekilde var olmaları için buradaki farkındalık son derece gerekli.*
*Bunların yanında bir de zamandan ve mekândan münezzeh olduğu söylenen ruhumuz var tabii ama zaman zaman içimde beliren bilişler olsa da derli toplu aktarabilecek kadar içime yerleşmiş bir bilme hâli değil bu. Dolayısıyla buna dair atıp tutmak epey zor, benim için. Değinip geçmiş olayım.
Diğer maddemiz ise yaşamın bütününün hakkını vermek... Bundan kastım ise, daha önceki yazılarda da zaman zaman değinmiş olduğum üzere, her şeyin birbiri ile bağlantıda ve her şeyin her şeyi etkiliyor olması hasebiyle, yaşamda karşımıza çıkan her şeye, büyük-küçük, önemli-önemsiz demeksizin ve ciddiyetle yaklaşmak.
Bu da kaçınılmaz olarak ân bilinciyle paralel aslında. O ân karşımızda ne beliriyorsa ona özenle ve önem vererek yaklaşmaktan, başka bir deyişle karşılaştığımız her duruma tüm dikkatimizi vermekten bahsediyorum. İdealde, deneyimler arasında herhangi bir hiyerarşi kurmadığımız, her neyin içindeysek bütünüyle oraya yerleştiğimiz bir var oluş hâli, sözünü etmeye çalıştığım.
Çoğunluk tarafından tatsız görüldüğünden olsa gerek, Doğu öğretilerinde sıkça rastladığımız bulaşık yıkama örneğini ele alalım mesela; uzun zamandır birçoğunuzun evinde bulaşık makinesi olsa da... Diyorlar ki bulaşık yıkarken tüm varlığınla, benliğinle yıkadığın bulaşıkla ol. Tabakları, bardakları elinde hisset; köpürttüğün sabunlu suyu hisset, durularken ve kurutmaya alırken yaşananları anbean fark et. Bulaşık yıkarken zihnini bulaşıkta tutmaya çalış, geçmişe ve geleceğe atlama, şimdide kal. Bunu yaparken bir yandan başka işlerle meşgul olma, sadece bulaşık yıka.
Bunu yapmazsan şimdi ve burada olan'ı yaşamamış olacaksın ve bu bir alışkanlık hâline geldiği takdirde (ki birçoğumuz için böyle) bir sonraki ân zihnin yine bir başka ân'da olacak ve bir sonraki ân yine... Yapmayın, etmeyin, eylemeyin diyorlar; ben Doğu mistiklerinin yalancısıyım.
Kendi adıma, elimden geldiğince bu şekilde yaşamaya özen gösteriyorum. Bulaşık yıkarken bir şeyler dinlemiyorum gerçekten de, çoğu zaman müzik bile... Kendi sistematiğim çerçevesinde adım adım, elimden gelen en mükemmel şekilde ve odaklı bir şekilde yıkamaya çalışıyorum. Yeterince su kullanıyorum, boşa akıtmamaya özen gösteriyorum. Köpürttüğüm suya dikkat ediyor ve tam o bulaşık için yetecek miktarı yakalamaya çalışıyorum. En doğru bulaşık deterjanı miktarını kullanmaya çalışıyorum; mümkünse ne fazla gelip ziyan olsun ne de az gelip yetersiz kalsın. Tam denk gelsin her şey; mümkün olduğunca...
Yemek yerken de aynı dikkat ve özenle davranmaya, yemeğin içine yerleşmeye, yemekle bir olmaya niyet ediyorum. Çok hızlı yemiyor, lokmaları dikkatle ve odaklı bir şekilde çiğniyorum. Mümkün mertebe konuşmuyorum; yoksa ne yediğimi anlamıyorum. Oysaki anlamak, bu deneyimin de hakkını sonuna kadar vermek istiyorum. Her tadı fark etmek, algılamak ve o tatla eşleşmek istiyorum. Aksi takdirde kaçırıyorum ân'ı ve deneyimi...
Elbette ki bunlar idealde olmasını istediklerim ve her an böyle bir deneyim içinde değilim lakin bunu yaşamaya özen gösteriyor, elimden geldiğince de sağlıyorum. Ve evet bazen unutuyorum, bazen şartlar uygun olmuyor, bazen o deneyimin içinde kalmak yeterince uyarıcı gelmediği için bir bakıyorum elimde telefon belirivermiş vs. Bunu engelleyemediğimde bile en azından fark ediyorum çoğu zaman. Bu da bir şey...
***
Bütün bunları yazmak içimde şu itirazı doğurdu tam da şimdi: İyi de yapacak o kadar çok şey; dinlenecek o kadar çok müzik, podcast; okunacak o kadar çok kitap, makale, yazı; cevaplanacak o kadar çok vatsap, mesıncır vs. mesajı; bir yandan iş-güç, şu-bu ... var ki yetişmiyor kardeşim; ne demek tek bir an'da tek bir şey yapmak, bırak bunları!..
Ve hızla da cevap belirdi: Şart mıdır bunca yoğunluk? Hepsini okuman, dinlemen, cevap yetiştirmen gerektiğine emin misin? Sadeleşmeye ne dersin?
YORUMLAR