Bir “çapulcu” annenin not defterinden…

Geçen Cuma, sabahın bir kör vaktinde yazımı değiştirip gönderirken, düşündüğüm tek şey, Gezi Parkı’nda zulüme karşı direnişimizin gerçek yüzünü anlatmaktı. Oysa daha bilmediklerim ama göreceklerim varmış...



O Cuma günü Divan Oteli ve Taksim Meydanı’nda ne kadar çok gaz yiyeceğimi, nasıl sokaklar boyu polisten kaçıp sonra geri dönüp yeniden gaz dumanının içinde dimdik duracağımı,


Yaralı arkadaşlarımızı kurtarabilmek için kaç tür yol deneyeceğimizi, gazdan kaçmak için sığındığımız cafede 4 saat boyunca nasıl sürekli gaz yemeye devam edip mahsur kalacağımızı, burnumuzu kapıdan dışarı çıkarınca suratımıza püskürtülen gazın sürekli tekrarlayan can acısı ile nasıl başa çıktığımı,


Gözlerinin içine baka baka “ne olur barikatı açın da girip yaralı arkadaşlarımızı alalım” diye konuşmaya çalıştığımız polislerden birinin elindeki gaz bombası fişeğini gösterip “ya susun, ya atarım” demesini,


Artık her sabah “direnişçi anneler” ekibimizden anne-dostlarımla Taksim’e- Gezi’ye gitmek için yaptığımız planları, el ele gazdan birbirimizi kaçırdığımız anları, gazdan korunmak/etkisini azaltmak için son sürat öğrenmek zorunda kaldığımız antiasit solüsyonlarını, gece gece deniz gözlükleri, maskeler, elde solüsyonlar hep beraber kendiliğinden yayalaştırılan Meydan’da gezen insanların o trajikomik halini,


Salı akşamı Gezi Parkı’nda kalabalıklar içinde keyifle oturup fotograf çektirirken, aniden havadan gelen gaz kokusu ile gözleri, burnu yandığı için çok ağlayan oğlum Nazım Özgün’ü, “birazdan geçecek o acı, ağlama ama bugünü de unutma” diyecek kadar sükunetimi nasıl koruyacağımı,



Gecenin bir saatinde İstiklal Caddesi’nde keyifle çöp toplayacağımı,


Sosyal mecra başta olmak üzere belirli bir kitle tarafından “darbeci, işgalci, hükümet devirmek isteyen, vandal, saldırgan, kışkırtıcı, provokatör” damgası yiyeceğimi ama öte yandan “çapulcu” olarak adlandırılmaktan gurur duyacağımı,


Sayısını bilmediğim kadar çok arkadaşımın hepsinin isminin başında artık “çapulcu” sıfatı yazacağını,


Geçen hafta kaybettiğim sesimin günlerdir hiç bana benzemeyen kısık çatlak tonunu bile sevmeye başlayacağımı, evimde 10 gündür yemek pişmiyor oluşunu, artık uykusuzluğun değil, Gezi Parkı’nda uyumuyor olmanın bana vereceği hüznü… bilmiyordum, yaşamamıştım!


Bütün bunlar zaten biraz sosyal mecra okuyor, biraz da direniş günlerinde cesaretleri ve gerçek habercilik etiği ile gurur duyduğumuz tek tük bir iki kanalı veya gazeteyi takip ediyorsanız, bileceğiniz ve tahmin edeceğiniz detaylar…


Bugün Gezi Parkı direnişinin 11. Günündeyiz, ilk gün hariç ben de tam 10 gündür ya sokakta, ya Gezi’de veya Meydan’dayım… Bütün bu yaşadıklarımızın en başında, en rahatsız edici söylemle “3-5 ağaç” için olduğunu hala düşünen var mıdır, sosyal mecrada okuduklarıma veya bana yazılan tehdit mesajlarına bakılırsa, evet.


Sade bir vatandaş, herhangi bir siyasal partiye bağlı olmadan haksızlık ve ayrımcılığa karşı her zaman aktivist, kadın, anne, iletişimci, insan. Ben sadece “anne” kimliğimle değil, bütün bu sıfatlarım yüzünden ve nedeniyle Gezi direnişçilerinden biriyim.



Öncelikle insan olduğum için. Ağaç olsun, insan olsun, hayvan olsun, önce cana değer verdiğim için. Özgürlük anlayışım, bir diğerinin özgürlüğüne zarar vermeyecek noktada durduğu için. Kendime olan insani saygımı kaybetmemek ve oğlumun yüzüne iç rahatlığı ve gururla bakabilmek için direniyorum. Reyhanlı için, Roboski için, öldürülen kadın kardeşlerim için, hakları gasp edilen işçiler için, alkol düzenlemesi adı altında getirilen yasaklar için, rant kavgası yüzünden mahvedilen şehirlerimiz için, tacize uğrayan çocuklar için, yıllardır ana akım medya sayesinde çektikleri zulümden bi haber yaşadığımız Kürt kardeşlerimiz için, “yandaş değilsen işsiz kalırsın” diretmesi için, baş örtüsü takmasın diye ikna odalarına sokulan, istediği işi yapamayan kız kardeşlerim için, tepeden indirme kürtaj yasağı için, “ille de 3 çocuk yap” baskısı için, eğitim hakkı engellenen farklı gelişim gösteren çocuklarımız için… Kısaca özgürce ve insanca yaşamamıza darbe indiren her türlü baskı ve zulüme karşı durmak için direniyorum ben. Sürekli anlatılan CIA planları, sözde dış mihraklar, sözüm ona bizi motive eden dış basın….Geçin bunları bir kalem!


Üstelik bütün bu saydıklarıma inancım sayesinde, biber gazı, portakal gazı, tazyikli su, polis copu korkum da tuhaf bir cesarete dönüşeli epey oluyor, sanırım “ne kadar çok gaz- o kadar çok direnme gücü” konumuna geçtim. Laf aramızda, ne kadar çok gaz yediğimi unuttum zaten!


Tabii ki kendim ve dünya bir yana, oğlum bir yana! Pazartesi günü oğlumu okula gönderirken, can acımın ve yaşadığımız şiddete karşı olan büyük öfkemin acısıyla, parkta “vicdanınız yok mu sizin? Çocuklarımıza nasıl polis amcadan yardım iste diyeceğiz?” diye sorduğumuzda yüzünü yere eğen nadir polislerden birine hitaben yazdığım yazıdan bir alıntı:


“Bak canım kardeşim, bu ülke hepimizin olsun, baskı rejimi bitsin istiyoruz, siz ise bizi gazla böcek gibi öldürmeye çalışıyorsunuz. Cuma'dan beri yaşananlar gece gündüz demeden her an daha kötüye gidiyor. Senin gibi vicdanı ve insan sevgisi olan kaç polisimiz kaldı, inan bilmiyorum. Polisin direkt yüzüme biber gazı sıkarken gözlerinde gördüğüm nefret kadar korkunç bir şey görmedim hayatta!




Bu sabah, geçen Perşembe gününden beri ilk defa oğlum Nazım Özgün'ü servisine bindirip okuluna gönderdim. Servis yol güzergahı, dün gece sabaha kadar müdahale adı altında gaza boğduğunuz caddelerden geçiyor. Oğlumun çantasına rüyamda görsem inanmayacağım şekilde gaz maskesi ve solüsyon koydum, giderken veya dönerken yolda gaza maruz kalırsa nasıl kullanacağını anlattım. Müthiş bir üzüntü ve endişeyle yüzüme baktı, hiç sesini çıkarmadı. Olduğu gibi anlattım dünden beri tüm yaşananları. Çok şiddet içeren görüntülere bakmasın diye uğraştım durdum. "Neden polis hala gaz sıkıyor?" sorusuna verecek cevabım ise yok!




Şimdi sana seslenirken, aslında lafım tüm polislere: Hayatımda en büyük nefretim şiddete karşı, beni şu yazacağım noktaya getiren her şey ve herkesten nefretim ise artık daha büyük! Eğer oğlum evine sağ salim dönemezse, eğer okul yolunda gaza maruz kalırsa, canım pahasına sana yemin ederim ki, son 6 gündür sokaklarda direnirken hiç yapmadığım bir şey yaparım, karşınızda beni dimdik bulursunuz, bir taşla bile olsa kafanızı kırarım! “


Gerçekte ise, yoğun gaz müdahalesi yaşadığımız günlerde bile, ısrarla ve inatla, şiddetin dilinden uzak durarak direnmeye devam ediyorum. Biz Gezi’de sakince otururken başka illerden gelen saldırı haberleri canımı daha da çok yakıyor artık.


Tüm olup biten gerçekleri ilk günden beri olduğu gibi yayınlamayan, patron şirketi ezikliği içinde hareket eden ana akım medyamızın içinde, kalemini satmayan, vicdanının sesini dinleyen ve hegemonyaya karşı duran bir avuç basın emekçisi dostumla ise gurur duyuyorum.



Gezi Parkı’nda, o yabancı ama çok tanıdık insanların arasında oturmak, onca gaz ve şiddeti atlattıktan sonra, hala her gün tepeden inme hakaretler ve tehditler yemeye devam ederken, bana çok iyi geliyor. Sadece Gezi'de otururken korkmuyorum! İçimde günlerin getirdiği yorgunluğuma ve ruh kırıklığıma rağmen hissettiğim bu gücün, Gezi Parkı’nı canı pahasına koruyan, hayatımda gördüğüm en karma gerçek halk kitlesinden geçen enerjiden kaynaklandığını biliyorum.


Gezi Parkı anlatılmaz, yaşanır! Parkın artık binlerce insanın oluşturduğu rengarenk, nazik, anlayışlı, her türlü farklılığı kendi içinde eritip güzelleştiren farklı bir enerjisi var. Hakkımızda atıp tutanların, sürekli hakaret edenlerin parkı bir kez bile görmediği o kadar belli ki!



Eğer Istanbul’daysanız, bu ülkenin apolitik sandığımız 90’lı yıllar kuşağının ne kadar zeki, nüktedan, hayattan ve ülkesinden ne istediğini bilen bir gençlik olduğunu görmek, dayanışmak, bir olmak, paylaşmak, umut etmek, nezaket, sevgi, anlayış, keyif neymiş anlamak için gelin parka…


Geçtiğimiz Cumartesi günü onca gazdan ve şiddetten sonra, Gezi’de yeniden nöbet tutulmaya başladığımızdan beri, ütopik, küçük, insanca yaşanan bir mini şehir görüntüsü oluştu. Revir 24 saat çalışıyor, yiyecek ve içecekler çeşit çeşit ücretsiz standlardan dağıtılıyor, yetmiyor bir bakıyorsunuz gülümseyen genç bir kız koca bir tepside kendi pişirdiği kekleri dağıtıyor, yaşlıca teyzenin biri evinden zor bela taşıdığı börek tepsisinin ağırlığına aldırmadan, yerlerde oturan gençleri doyurmaya girişiyor, başka bir genç -belki de evinde hiç servise yardım etmemiştir- çorba ister misiniz diye soruyor sıcacık... Bir diğeri koca bir torbayı sürükleyerek geliyor, elini torbaya daldırıyor, çok da adil, toplaşıp oturmuş grupların kişi sayısına göre paket paket bisküvi, çubuk kraker ve şeker bırakıp gidiyor 'afiyet olsun' demeyi de ihmal etmeden...




Farklı noktalarda direniş marketleri var, buna taşlardan yapılan duvar market dahil. Her köşede halaylar çekiliyor, çok turist direniş destekçimiz olduğu için her dilden şarkılar, türküler duyuluyor.



Kocaman bir “sivil insiyatif AVM”de, yüzlerce kalın kıyafet toplanıyor, düzgünce katlanıp istif ediliyor ve gece parkta nöbet tutacaklar üşümesin diye ücretsiz dağıtılıyor. Benden getirdiğim kıyafetleri alan genç çocuğa "kalayım mı, yardıma ihtiyaç var mı tasnif için?" diye soruyorum, "yok abla, 1 saat sonra nöbet devir teslim var, yeni ekip gelecek" diyor, birbirimizi hiç tanımasak da sarılıp "kendine dikkat et" diyerek ayrılıyoruz... Her şey düzenli, planlı, örgütlü ilerliyor ama hiç kimse birbirinin astı-üstü değil, herkes eşit.




ÇARŞI grubu Parka her giriş yaptığında onları gören herkes, evet istisnasız herkes çılgın gibi alkışlıyor, bağırıyor, "Helal olsun size!" Çarşı bu haklı direnişte tüm takımlarımızın sembolü, kepçeyi ele geçirip TOMA kovalamışlıkları da var, yaralı taşıyıp temizlik yapmışlıkları da... Sokaklarda BJK FB GS formalı gençleri yan yana TOMAnın karşısında dikilirken de gördük, sabaha karşı birlikte temizlik yaparken de... FB taraftarı gençleri karakolu basıp polisin elinden alan GSlılar hala efsane gibi anlatılıyor ama doğru:) Kendimden örnek vermek gerekirse, ben sıkı bir Galatasaraylıyım ama artık Çarşı’lıyım da! Ve konuştuğum herkes de aynı şekilde hissediyor… Futbol takımlarımızın taraftarları arasında son aylarda giderek artan nefret ve düşmanlık yok oluyor, yerine yaşanan dayanışma ve birliktelik, bence direnişi en güzel açıklayan fotograflardan biri.



Çarşı'dan sonra sıra LGBT gençlerine geliyor. Bundan çok değil sadece 2 hafta önce bir çoklarının sokakta görse kafasını çevirip gideceği LGBTli bireyler, rengarenk bayrakları ile davulları çala çala geçiyorlar ve herkes ritmlerine ayak uyduruyor! Etrafımda tanıdık tanımadık konuştuğum kişiler, 30 Haziran’daki LGBT Yürüyüşü’ne katılacağını anlatıyor, gülümsememi durduramıyorum.



Çocuk parkında her yaştan çocuklar oynuyor, annelerden kurulu ekipler resim dersi veriyor, onların tam yanında üniversiteli genç erkekler, gitar çalıp şarkı söylüyor, beş adım ötelerinde türbanlı 4-5 kız öğrenci, yerde oturmuş bir yandan tempo tutuyor, bir yandan ders kitaplarını okuyor.


Köfte-ekmek kokularına patlamış mısır kokuları karışıyor, Gezi’de her köşede üçer beşer rastlayacağınız karpuzcular, sanırım Diyarbakır’ın tüm karpuzlarını Gezi’ye taşıdılar! Kandil günü hayatım boyunca yemediğim kadar çok kandil simidi yemiş olabilirim, “kandiliniz mübarek olsun” diyerek kandil simidi dağıtan genç yaşlı herkes, o simidi almazsanız alınabiliyor… Gazdan kaçarken verdiğimiz kiloları bu müthiş yemek seferberliği sayesinde alabiliriz belki!


Birkaç gündür açık olan Gezi Parkı Çapulcular Kütüphanesi ise, her isteyenin ücretsiz kitap alabileceği, kaldırım taşlarından yapılmış raflarına getirilen kitaplar artık sığmadığı için çimenlere yayılan, gördüğüm en kalabalık kütüphane!



Bugün direnişin 11. Gününde parkı korumak için nöbette oturan herkes, hangi siyasi görüşten, hangi yaş grubundan, hangi meslekten veya hangi dinden olursa olsun, genç-yaşlı-sanatçı-vekil-aktivist-emekçi-beyaz yakalı herkes, aslında çok basit, çok insani, çok anlaşılabilir bir noktada duruyor, bugün bana düşen de o noktayı tekrar tekrar anlatmak, daha çok anlatmak ki, 3- 5 kişi daha bizi anlarsa direnme gücümüz çoğalsın:


Barış istiyoruz.


İnsanca hep bir arada ayrımcılıktan uzak yaşamak istiyoruz.

Dil, din, ırk, mezhep farklılıkları gözümüze sokulmadan bir arada yaşamak istiyoruz.

Oy vererek vekil tayin edilen hiç kimse, halka rağmen, halkın istediklerine karşı durarak, dayatarak, baskı uygulayarak kararlar alıp zorla uygulamasın istiyoruz.

Apolitik değiliz, tam tersine halkın istekleri ile şekillenen yeni bir politik anlayışın içindeyiz.


İlk günden bugüne insani taleplerimiz hiç değişmedi.


Şiddet istemiyoruz.


Ölüm istemiyoruz.


Hiç bir gencin, anne babanın canı yansın istemiyoruz.


Kışkırtmalara, provokasyona, yakıp yıkmalara karşıyız, karşı olmaya ve kulak asmadan engellemeye de devam edeceğiz.


Biz bu yola belki ‘3-5 ağaç' için çıktık, ama yıllardır içimizde sakladığımız, sustuğumuz, belki çekindiğimiz her şey adına, parkımızı, şehrimizi, ülkemizi, özgürlüğümüzü korumaktan vazgeçmeyeceğiz.


Biz, Gezi Parkı Sakinleri’yiz, yarın güzel ve artık yalnız olmayan ülkemde yeni bir yaşam şekillenecekse, gördüğümüz şiddet ve yaşadığımız saldırıları hiç unutmadan, pes etmeden en önde el ele yürüyenler yine biz olacağız.



Yüzümü hep güneşe doğru dönüyorum… Selam olsun, direnişin sevgi ile sarmalanmış gücüyle şiddete karşı duran, her yeni günün güneşini selamlayan herkese!



Parkta her köşede çok rastlanılan John Lennon’ın sözleri…


#direngeziparki

#occupygezi

#bubirsivildirenis

#annelergeziicindireniste

#annelergeziyiyazıyor


Fotograflar: M. İrem Afşin & Engin Pulat

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.