Yavaaaaaş
O yıl, çadırda kalamayacak kadar yorgun hissettiğim bir zamanda geliyoruz mekana. Bu yüzden bu defa toprakta yatmak yerine, yüksek ağaçlar altındaki kulübemizde kalıyoruz.
Uzun bir aradan sonra ağaçlar, kuşlar ve gökyüzü ile baş başayız.
Son zamanlarda her kış bu dönem gelene kadar o kadar yorgunluk biriktiriyorum ki, vardığımızda 2-3 gün elimin ayağımın fiziksel olarak da titremesi geçmiyor.
Her gelişte ilk bir kaç gün sık sık göz göze geliyoruz. Bıyık altından gülüyor. Birinin bakışlarını üzerimde hissedip kafamı kaldırdığımda sadece gülümsemesiyle bile yürüyüşümü yavaşlatıyor. ‘Ah siz şehirliler’ der gibi baktı mı anlıyorum. Çok ileri gidersem uzaktan usulca ‘yavaaaş’ diye sesleniyor kahkahası eşliğinde. ‘Yavaşla.’
Yürüyüşüm keskince duruyor ve yeniden başladığında ağırlaşıyor o böyle yaptığında. Sakince gözlerini kısıp ayaklarımı işaret ediyor bakışlarıyla. ‘Yavaaaş’ diyor. ‘Artık buradasın yavaşla biraz.’
Her gelişte aynı şey mutlaka oluyor o dönem. Aynam o benim. Bana en yalın halimi gösteriyor. Öğütlenecek tek şeyi özetliyor. ‘Hızlısın. Yavaşla.’
İlk tanıştığımız yıllar benim daha da hızlı zamanlarım. Çok aşık, çok coşkulu, çok heyecanlı yaşadığım yıllar. Onunsa büyük acısının demlendiği zamanlar olduğunu sonra öğreniyorum. Hayatı pek de ciddiye almazmış gibi görünen bu adamda ne çok şeyin birikmiş olduğunu zaman içinde anlıyorum.
Sorunca biraz anlatıyor zaten, yoksa bıraksan hep susmayı sever gibi aslında. Yan yana oturduğumuz, hiç konuşmadığımız da çok oluyor. Susarak anlaşabildiğin nadir insanlardan o da. Sessizliği ilk bozan hep benim.
Büyük aşık olmuş, sanki tek bir kez ve sadece ona. Sonra aptal bir kaza elinden almış sevdiğini. O zamanlar minicik olan bir kız çocuğu kalmış yadigar. Çok detayına girmiyoruz ama biliyorum içi çok acıyor. Halinden anlaşılıyor.
Hala seviyor. Göçüp gitmiş bir ruha hala aşık işte, var mı ötesi. Tam da bu yüzden hayat, belki de ona böyle biraz tatsız geliyor. Ama yine de sanki çok tatlıymış gibi yaşıyor. Konuşurken yeri geldiğinde ‘buradayız, yaşayacağız işte’ diyor. Bir tek ‘kızım’ derken gözleri gerçekten parıldıyor. ‘Kızım’ demek onu ayakta tutuyor.
Bir önceki yıl geldiğimizde yine yalnızız Ozan’la. Daha akşam yeni çökerken yatalım diye tutturuyor ufaklık. Tüm günün oksijeni ciğerlerinde, sabah 6’da yapacağımız ahır ziyareti aklında, minicik bedeni dalıveriyor uykuya.
Bense tek başıma kulübenin önünde karanlıkta oturuyorum. Uzaktan kahkaha sesleri yükseliyor. Herkes tatilde. Beni avutacak hali yok ya insanların. Kimseden bir şey istemiyorum o yüzden. Yalnızım. Ve biraz da kederli...
O geliyor kulübenin önüne. ‘Geleli 10 gün oldu yıldızları pek göremedim hala’ diyorum. Anlıyor. Uzun zamandır tanışıyoruz. Hikayemin tümüne şahit. İzahat gerekmiyor.
Oradan buradan anlatıyor biraz. Kafamı dağıtıp, güldürüyor beni. Kendi de gülüyor. Kahkahalarımızı durdurmaya çalışmıyoruz. Aksine uzun uzun gülüyoruz gecenin kapkaranlığında. Katıla katıla. Karnımızı tuta tuta.
Sonra biraz Ozan’ı konuşuyoruz, bir de onun güzel kızını. Çocuklarına aşık iki insanın sohbetini yapıyoruz. Sonra bir an geliyor ve gülüşümüz tıkanıyor. Hüzünleniyoruz biraz. Çok fazla konuşmadan. Sonra o yine yan kulübedeki turistlerin haline iki espri patlatıyor üst üste. Hüzün kısa sürüyor. Yine gülüyoruz. Yine kahkaha...
En son, giderayak ‘üzülme kızım diyor, her yıl daha iyi görüyorum ben Ozan’ı, elinden geleni yapıyorsun sen, biz ne anneler görüyoruz, daha ne olacak, üsteleme daha fazla, iyi gidiyor’.
İnsan elinden geleni yapsa da bazen eksiklik duygusu hiç geçmiyor. Buna yapacak bir şey yok. Ama o konuşma içimi çok rahatlatıyor. Umutlanıyorum. ‘Evet’ diyorum, ‘doğru söylüyor’. Bir de uzun zamandır ilk kez bu kadar çok gülüyorum. Güldükçe içim aydınlanıyor.
Artık Can baba yok, epey oldu sessizce gideli. Bana da o son sohbeti yeniden yeniden anımsamak kaldı ondan geriye.
O gün Ozan’la yaşadığımız sürecin iyi gittiğine dair içimde yanan ilk iyimserlik ateşini Can Baba yakıyor. Çünkü biliyorum, o yalan söylemez, boş yere kahkahalarla gülmez, hikayeden teselli etmez. Neyse odur. Ne bir eksik ne bir fazla.
Yaza her veda edişimde hala orada olduğundan, seneye geldiğimde onu yine bulacağımdan emin olacaktım. Hasretle sarılıp, Ozan’ın yeni numaralarını anlatacaktım. Dereye düşerse Can baba orada, o çıkaracak diye rahat olacaktım.
‘Nasılsın’ diye gerçekten soran az insandan birini yine orada bulacaktım. Ozan büyüyecek, konuşmadan da senden çok şey öğrenecekti. Olmadı.
Şimdi ben ne zaman hızlansam ve o hızdan usansam, seni hatırlıyorum. Kendi ayaklarıma bakıp, kendi kendime gülümseyip ‘yavaaaaş’ diyorum kendime ve sonra da kahkahayı gökyüzüne patlatıyorum.
Sen olsan yine müstehzi gülümserdin şimdi bana. ‘ Bunları takma kafaya, olur olur ’ derdin.
YORUMLAR