Aydınlar rüyalarda. Umutlar hülyalarda...
Bu ülkenin son 13 yılında iktidarda olan partinin bir seçim daha kazanması bu partiye karşıt diyebileceğimiz kesimi epey şaşırttı. Hatta yaşanan şeye, üzüntüyü aşıp ‘şok’ demek daha doğru olacak.
Ayrışma derinleştikçe, yenilgi duygusu da bir o kadar keskinleşti diyebiliriz. Aslında 8 Haziran’da yine bu kesimde yaşanan zafer duygusu ne kadar sanalsa, bugünkü yenilgi de bir o kadar sanal.
Şok yaşadığı her noktada ‘ya ben gideyim ya da siz’ deyip nevrotik bir ruh haline kapılanlar var. İstediği sonucu alamayınca neredeyse son 4 seferdir seçim gecesi ‘bavulu topluyorum’ hezeyanına kapılan ama gitmeyi bir türlü başaramayanlar. Onların çoğu önümüzdeki dönemde de muhtemelen buralarda olacaklar ama ellerini de o taşın altına bir türlü koyamayacaklar.
Zira gitmenin edebiyatını yapmakla, adımı atmak arasında dağlar kadar fark var. Değil başka ülkeye bir şehirden, birazcık doğuda bir köye bile öyle kolay gidemiyor insan.
Son yıllarda kendi mahallemde epeyce farklı konularda, sivil çalışmaların içinde yer aldım. Maalesef bu süreç benim için hayal kırıklıkları ile dolu. Olsun deyip devam ediyorum. Ama seçim sonuçlarına da pek şaşırmıyorum. Bilenin bilmeyene borcu vardır derler. Gördüğüm kadarıyla her fırsatta bu ülke insanını cehaletle yaftalayıp, kendisinin en iyisini bildiğini düşünen çok ama bu borcu ödemek için hevesli pek kimse yok ortalıkta. Çalışan hep üç beş kişi.
Oysa istenen gerçek sonuç için insan önce rahat koltuğundan şöyle bir doğrulacak, sonra gidip kimi idealleri, yeni fikirleri, gidiş yollarını el birliğiyle tasarlayacak. Kendisini en ilgilendirmeyen mevzular uğruna gerçekten gayret göstermek için rahatını bozacak.
Giderek emek denen şeyi kafaya kakarak değil mütevazi bir yaklaşımla, kendi dışında birileri için de verecek. Sosyal medyada devrim edebiyatı yapma şehvetinden öteye geçip, gerçekten ‘biz’ fikrinin tam kökünde dimdik var olacak. Tüm bunları becerip sonra kendi içinde de birbirini ayağından aşağı çekiştirmeyi bırakıp, gerçek liderler çıkaracak falan. Zor işler bunlar.
Ülkedeki ‘gerçek aydın’ boşluğu tam bu noktada açığa çıkıyor. Maalesef bu ülkede kendini aydın sananlar, aşırı değerli fikirler yürütmeyi ve sadece kendi çıkarını düşünmeyi bırakıp, elini taşın altına koymayı amelelik, saflık olarak görmeyi sürdürüyor. Yeri geldiğinde başkasını gaza getirmeyi, pohpohlamayı seviyor da kendisi o koltuktan mabadını bir türlü kaldıramıyor.
Kendi dibini aydınlatamayanların tüm ülkeye oturduğu yerden ışık saçması mümkün olmadığından adam da gelip her seferinde ampulü takıp gidiyor. Bundan ben de hiç hoşnut değilim. Yine de öfkelenmiyorum. Çünkü katı gerçekleri görmeden, yeni bir hayat inşa edilemeyeceğini biliyorum. Enerjimi kontrolüm dışındaki şeyleri değiştirememenin ateşine teslim etmek yerine, yapabileceğimiz şeylere, mesela çocuklarımızın geleceğine kanalize etmeye çalışıyorum.
Sonuçları illa ben görmesem bile görevimi yapayım, elimden geldiğince arkadan gelene yol açmış olurum diye bakıyorum. Gerekirse bazen yenileyim, düştüğüm yerde sırt üstü uzanır yıldızları izlerim deyip avunuyorum.
Umutsuz muyum? Hayır. Değişim zamanla olan bir şeydir. Bu ülkedeki herkes için güzel bir gelecek olacaksa, bunu bugün gerçekten çaba gösterenler ya da onlardan sonrakiler başaracak. Sürekli ateşe odun taşıyanlar, boş laf üretenler ya da biteviye söylenip duranlar değil.
Şu an Anadolu’da bir yerlerde kalbindeki ışıkla etrafını çepeçevre sarmış minikleri aydınlatan biri var mesela. İlk görev yerine atanan gencecik öğretmen Hülya.
Daha Eylül’de tayin olduğu Bitlis’teki bir okuldan çocukları için ışıyan, insani paylaşımlarıyla çok kişinin yüreğini aydınlatan bu güzel insan da bavulunu topladı. Ama başka bir ülkeye tatile gidip ‘ay buralar ne güzel yaaa’ demek yerine görevine doğru doğuda bir okulun yolunu tuttu.
Facebook’taki muzip durum güncellemesinde ‘hayaller Paris, gerçekler Bitlis’ deyip kaskatı karşısında duran zorluklara bile gülümsemeyi ihmal etmeden.
Bir insan başka bir insanın tüm hayatını değiştirebilecek tek bir adımı tek başına da atabilir. Hele bu yolda başkalarını da işin içine katmayı becerebilirse o güzel enerji giderek büyür ve zamanla çok şey değişir. Yayınladığı son videoda Hülya’nın çocuklarının gözleri de işte böyle ışıl ışıl parlıyor.
Eğer Hülya ayakları geri giderek o okula ulaşsa, bu bir ayı sürekli şikayet ederek geçirse, çocukları da kendi mutsuzluğuna mahkum ederek yaşatsaydı Dünya bugün o çocuklar için böyle bir yer mi olacaktı?
Onun sadece bir ay içinde tek başına yürüttüğü sevgi dolu çabalarıyla o okul artık daha sıcak bir yer. Çocukların eksikleri hızla tamamlandı, kütüphaneleri doldu taştı. Sadece iyi niyet ve biraz çabayla.
İnsan için iki gün çok önemlidir der Mark Twain. Biri doğduğu gün ve diğeri de neden doğduğunu anladığı gün. Bu Dünya’daki görevini bir türlü idrak edemeyip, sürekli hoş hayallerle oyalanmak, hep eksiklerden şikayet etmek isteyen hedonistler için bu ülkede hayat zor. Ama gerçekten çalışıp, sadece kendi rüyasını görmeyi bırakıp, değişimin ta kendisi olmayı isteyenler için burası bir fırsatlar ülkesi.
Egonun esiri olmak yerine, bir işin ucundan tutup, birlikte başardık diyebileceğin gün bunu sen de anlayacaksın dibini bile aydınlatamayan mum kardeşim. Ancak o zaman ampulü ellerinle söküp, yalnızca birlikte altında yaşadığımız güneşin ışığı bile hepimize yeter demeyi belki de başaracaksın. O zamana kadar sana tatlı rüyalar...
YORUMLAR