Yazı...

Her yazı, önce bomboş, bembeyaz bir sayfanın, gök bakışlı yüzüne dalıp da giderek başlıyor. Gün oluyor tek satır, aylarca o boş kağıtta yapayalnız, sessizce duruyor.


Belki sen çok yazmak istiyorsun ama, o da yazılmak istemezse, ne yapsan bir türlü söz kağıda inmiyor.


Öyle zamanlarda, geceler boyunca o cümlenin başını beşikte bir bebeğin uykusunu bekler gibi sabırla bekliyorsun. Sol memenden besliyorsun kelimelerin açlığını. Doyuyorlar.


Kimi zamansa aksine.


Sen ne kadar parmağınla üzerine bastırsan da yatağında durmak istemeyen, kıpkızıl coşkun akışlı deli kanın, damarda bulduğu bir iğne izinden çıkışı gibi ipince, sızarak geliyor. Acıta, hırpalaya...


Gidecek yerin yok. Yazıyorsun.


Ama ah... Sonra o yazdığın cümleyi kendinden nasıl kaçıracağını bilemiyorsun. Sokaklara çıkıp avazın çıktığı kadar yıldızlara mı bağırsan, kuytu köşelerin tuzlu paslı topraklarına mı gömsen seçemiyorsun.


İstediğinde sırtını dönüp yeterince uzun yürürsen her şeyden, zamanla, epeyce uzaklaşmak mümkün. Kolla kendini diyor akıl yatağın. Ne de olsa eskisi kadar cevvâl değil yüreğin ve derdinin eliyle okşandı, söndü gitti kaba cesaretin.


Hatta baktın olmadı arkana da bakmadan kaç. Madem tövbeni de bozdun, anılar mezarlığının önünden bildiğin bütün duaları okuyarak bir daha geç. Bu da aldığın yeni bir ders olsun.


Sonra ağırlaştır adımları. Hatta dur biraz. Nefeslen.


Göğsünü rüzgâra aç. Uçsun bütün kuşlar.

Geriye bir tek kalbinin yumuşaklığı kalsın.


Boş ver...


Asıl yazının sahibi zaten ezelden belli.

Yazmak elliyse, silmek de elli.

Sil gitsin...


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir içime dokundu yazı..
    CEVAPLA
  • Misafir ne mutlu bana, ulaştığı yerden ses verdiğiniz için teşekkür ederim
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.