Yaşamayı unutmak
Benzerini yaşadığım için duygusunu biliyorum. İnsan bir gün bir doktorun yanından hayatı tamamen değişmiş olarak çıkabilir. Söylenenlerin illaki ölümle ilgili olması da gerekmez. Bazen aksine, alınan haber insanı ölümle değil gerçek hayatla yüzleştirir. Yaşanan o şok ânında zihin bir volkan gibi patlar. Zordur.
Bu kez kontrollerim için bizim doktor arkadaşla hastanenin muayene odasında karşılıklı oturuyoruz. Kısa zamandır tanışıyoruz ama ilk gördüğüm andan beri seviyorum onu. Gerçekten konuşan, onca yıl bu mesleği yaptıktan sonra insani duygusu hâlâ yerinde duran, göze bakan biri.
İşi kanserle ve onunla yüzleşmiş hastalarıyla. Hayatının en zor günlerini yaşayan, bunun ıstırabı ile kıvranan, bazen 'tek bir gün daha' diyen insanlarla sürekli bir arada.
Sonuçları gayet iyi gelen testlerime baktıktan sonra bana, 'rahim, göğüs kanseri falan gibi meseleler bizim yaşlarda başlıyor biliyorsun, hep kontrol altında olmalısın' diyor. Huyumu bildiğinden haberler iyi diye ihmalkarlık etmememi, tedbirli olmamı ve olası riskli bir durumda erken davranmanın önemini vurguluyor.
Bense hiç böyle bakmıyorum meseleye. O an gerektiği için bir takım testler yapılacak. Her şey yolunda olacak. Sonra da hayat eskisi gibi sürecek.
Oysa belki de farklı hissetmem gerekir. Son bir yılda 3 arkadaşım bahsettiklerinden biriyle tanıştı bile. O böyle konuşunca bir an için onlardan biri olduğumu farz ediyorum. İnsan böyle şeylerle ne kadar empati kurabilirse işte.
Gözümün içine baka baka konuşmayı sürdürüyor.
'Aslında hepimiz yapmayı en çok sevdiğimiz şeylere daha çok vakit ayırmalıyız biliyor musun? Uzun süredir son evrede bakım bölümünde kalan hastalarla ilgileniyorum. Tedavisi bitmiş, umutsuz, artık ne zaman öleceği aşağı yukarı belli olanlar kalıyor ünitede. Her gün hayata dair konuşuyoruz. Tümü bir şansı daha olsaydı iki şey yapacağını söylüyor. İş hayatına daha az zaman ayırmak, iş dışında kalan kısmı daha doyurucu biçimde yaşamak. Ama artık onlar için çok geç.'
Dönüş yolunda bir yandan araba kullanıyor, bir yandan bunları düşünüyorum. Hayata aslında ne kadar ince bir yerden bağlı olduğumuzu. Tek bir hücremizin her şeyi bir anda nasıl da kolayca değiştirebileceğini. Tüm bunları bildiğimiz halde sonsuza kadar yaşayacakmış gibi tümünü her gün inkâr eden seçimlerimizi.
Bunun açıkça farkında olmuyoruz belki ama ölümden çok yaşamaktan korkuyoruz belki de. Ölüm fikri onu hep ittiğimiz uzak bir yerde dururken, yaşama dair korkularımız aslında tam da gözümüzün önünde.
Alıştığımız rutinlerden, yüz yıllar öncesinden kalan köhnemiş kalıplardan, önümüze dikilen duvarlardan, doyasıya yaşamanın hep bir adım gerisinde durmaktan bir türlü kurtulamamak. Hiç veremediğimiz kararlar, içimizde hiç durmadan 'haydi' diyen ses bize bunu her gün hatırlatırken kafamızı hep diğer yana çevirmek. Hızlı yaşıyor görünsek de kendimizi aslında yavaş yavaş öldürmek.
Bu filmin sonunu hepimiz baştan biliyoruz. Haberi mümkün olan en erken zamanda, daha doğduğumuz anda aldık.
Ölümlüyüz. Bunu belki de hiç unutmuyoruz.
Ama geçiştirdiğimiz şey ölüm değil yaşam olduğuna göre.
Biz galiba asıl yaşamayı unutuyoruz.
YORUMLAR