X

Herkese merhaba. Yazmayı çok özlemişim. Yazılarıma bir ay ara vermiştim çünkü Ocak-Şubat ayında kitabım çıkacak ve harıl harıl yazmam gerekiyordu. Hem kitap, hem okul, hem danışanlarım, hem de hızla başlayan atölyelerim derken bir anda çok dağıldığımı hissedip azıcık ara rica etmiştim. Bu dönemde bana mesaj atıp yazılarımı merak edenler, beni bekleyenler, bir tanesiniz... İşte geldim, buradayım...


Bu bir aylık dönem benim için çok hızlı geçti. Anlatacağım çok şey var. Hem özel hem de is hayatımda çok değişiklik oldu. Atölyelerim başladı ve çok eğlenceli geçiyor. Aranızdan bir sürü kişi ile tanışıyorum, yemekler pişiriyoruz, sohbetler ediyoruz. Hem sizlerden hem kendi danışanlarımdan bu ara bana üst üste hep aynı tarz soru geliyor. Bu soru benim yazımın konusunu oluşturdu.


Sosyal medyada bazı hesaplar var. Kendilerince belirledikleri bir beslenme sistemleri var ve bunun dışında kalan her şeyin devamlı zararlarından bahsediyorlar. Bunları okumak da sizlerin kafasını karıştırıyor. Kimisi kurubaklagil zararlı diyor, kimisi domates, kimisi pirinç, yok gluten yok şeker derken, herkesin kafası allah bullak oluyor. Bana en çok sorulan soru şekli bu. "Ne yiyeceğimi bulamıyorum, her şeye zararlı deniyor."


Beslenme çok kişisel bir konudur. Nasıl hepimizin parmak izi farklı ise beslenmelerimiz de farklıdır. Bana iyi gelen bir şey sizin için zehir, size iyi gelen bir şey benim için zehir olabilir. Beslenmenin devamlı bir kalıba sokulmasına karşıyım. Bu bilgi kirliliği içinde sağlıklı beslenmeye nereden başlayacağını bilmeyen biri ipleri toptan salıyor. "Zaten her şey zararlı" deyip damağa hitap eden ama gerçekten zararlı olan her şeyi yemeye devam ediyor çünkü bilgi içinde boğuluyoruz.


Şayet biz devamlı her şeyin zarar bilgisini ararsak, yeryüzündeki her besin için zararlı bir yön bulabiliriz. Önemli olan denge ve çeşitliliktir. Dünyanın en faydalı besini bile devamlı yenirse vücuda zarar verir. Fakat ben sosyal medyadaki şu havadan çok sıkıldım. "Bunları yemeyin, ölürsünüz"e getirenler var. Hayat maalesef böyle değil. Bu verilen ideallerin gerçekleşmesi için sanıyorum bir dağda yaşamamız lazım, ki onda bile mümkün olmaz. O yüzden elimizdeki imkanlarla, sağlayabileceğimiz en iyi beslenmeyi uygulamaya çalışmamız lazım. Bu da genel anlamda şudur.









Böyle bir beslenmede börekleri, çörekleri, poğaçaları, kurabiyeleri vs hayatımızdan çıkartmış oluyoruz ama alışkanlıklarımız ve sosyal hayatlarımız var. Canımızın istemesini elimizdeki en sağlıklı seçenekler ile gideremezsek, çok kısa bir zamanda içinde kendimizi 2 porsiyon su böreği yerken bulabiliriz. Durum buraya varmadan, sizin nohut unu ile yaptığınız bir poğaça ile pastane poğaçasını aşermeniz geçiyorsa ne kadar güzel. Nohuttaki lektin sizi hastanelik yapmayacaktır hatta da muhtemelen günde 1 kilo yemezseniz yapmaz. Devamlı kendinizi bu fazladan bilgiler ile vicdan azabından mahvetmeden ana noktaya odaklanmak en güzeli olur diyorum. Ana nokta da şekersiz, paket gıdasız, koruyu maddesiz besinlerle yani doğanın bize verdikleri ile beslenmek.


Yeri gelmişken de buraya bir mayasız ekmek tarifi kondurmak istedim. Bu ekmek glutenlidir. Tam tahıl unla yapılıyor ama mayasız. Evet ekmek de keşke hiç tüketmesek ama tüketeceksek de bari atalık buğdaylar olan siyezle, kara kılçıkla, kavılca ile yapılmış, evde kendi yaptıklarımızı kullanalım. Ben bir ekmek yapıyorum ve sanıyorum bir ay gidiyor. İnsanın bazen canı üstüne bir şey sürmek istiyor, bazen bir şeye bandırmak istiyor. O zaman işte kendi yaptıklarıma sığınıyorum..Umarım sizin de hoşunuza gider. En azından mayanın şişkinliği yok... Züğürt tesellisi...





Malzemeler:


Hepsini karıştırıyoruz. Bir fırın kabına aktarıyoruz. 180 derece turbo fırında 30 dakika üstü açık 30 dakika üstü kapalı pişiriyoruz. Burası püf noktası sanırım. Ekmek pufidik pufidik oluyor.


Not: Tarifin orijinali Taha Dinç’e aittir. Ben seneler önce kendisinden almıştım, dönem dönem hala yapıyorum.


Herkese sağlıklı, mutlu ve şekersiz günler dilerim.

www.semasumeli.com