İnsan ister de ister…

“İnsan ne ister?” başlığıyla yazı yazma önerisi geldiğinde bu soruya yanıt aradım uzun uzun. Gerçekten “insan ne ister” ya da “insan ne istemez?” Bana göre bu sorunun cevabı birkaç tane değil, sonsuz şıklı. Sonsuz diyorum çünkü insanın ‘isteme’ hali hiç bitmez. ‘İsteme’ hali hiç bitmez diyorum. Çünkü insanoğlu ölümlü olduğunu unutup, ‘kanaat etmek' yerine ‘aralıksız’ isteyerek avunur bu hayatta.


Başını sokacak bir evim olsun der, bir evi olur, bir evi olunca bir ev daha ister, iki evi varsa üçüncüsünü ister, bir arabası varsa, birkaç yıl sonra yeni modelini ister. Telefonu iletişim ihtiyacını karşılıyordur ancak yeni modeli çıkmıştır, eskisini bırakıp yenisini almak ister.


Ya da emeklilik zamanı gelmiştir, emekli olmak yerine, isteklerini karşılamak önceliği olur, daha çoklarını alabilmek için kendinden vazgeçer, çalışmaya devam etmek ister.


İster de ister. Hayatını ‘yetinmek’ yerine ‘istemek’ üzerine kurar. Öyle ki; insanoğlu kazanma ile meşgul olurken, önce ‘özünden’ uzaklaşır, sonra parçası olduğu doğayı unutur, yaşamını, sonsuz isteklerine cevap vermek için kaçırmakla geçirir. Aslında kontrolünün elinde olmadığı, küçük ve aciz olduğu yaşamının kontrolünün elinde olduğu yanılsamasıyla avunur. Maddi unsurlarla güçlü olduğuna inanır.


Oysaki bu evrende ona biçilen ömrünün tahmin ettiği kadar uzun olmadığını farkında vardığı zaman ise çok geç kalır…


Kısacası Ademoğlu insan evladı ister de ister. Ve bana göre ‘insanoğlu sonsuz isteklerini tatmin etmek’ aslında ‘özünden’ uzaklaşır, önce kendisini sonra topluma yabancılaşmış bireylere dönüşür.


Kendi benine yabancılaşan birey kavramı insanlık tarihi kadar eski. İlk olarak kullanan 18. yüzyıl filozoflarından Hegel’e göre yabancılaşma, “insanın gelişim sürecinin merkezi olan ve kendi dışında bir dünya yaratan, sonra da bu dünyanın kendi ürünü olduğunu anlayan ruhun yavaş yavaş dünyanın kendi dışında olmadığını kavramasıdır.”


Ya da Cemil Meriç’in ifadesiyle kendine yabancılaşma meselesi postmodernizmin bir sonucu.Meriç’e göre yabancılaşma, “yalnızlaşan insanın sonsuz ve baş döndürücü ihtiyaç ve arzular içinde bocalayışı.”


Biraz açalım.


Dikkat ettiniz mi? Kalabalıklar içinde dışarıdaki yaşamın içine dahil olmadan gezinen bedenler gibiyiz. Alışveriş merkezlerine ya da kent merkezlerine ya da oturduğumuz sokaklarla. Birbirleriyle konuşmadan, temas etmeden, göz teması kurmadan dolaşan insanlar. Yalnızca tüketmek, satın almak odaklı yaşayan, kendi isteklerini merkeze koymuş insanlarla kuşatılmış etrafımıza adeta. Yalnızca kendi duyguları önemlidir onun için. Kazandıklarını da korumalıdır, varlığını da, sevdiklerini de korumalıdır. Hal böyle olunca insanoğlu gittikçe koruma içgüdüsü artmış ‘kaygılı’, ‘acıdan kaçan’ bireylere dönüşüyor gittikçe.

Kamusal alanda birlikte olmak yerine, kendine kaçış, AVM’lere kaçış. Özetle insanın insana ihtiyaç duymadığı, insanın yalnızca kendi isteklerine cevap verme haline dönüştüğü bir evrende yaşıyoruz sanki.. Sosyolog Richart Senetti’in de dediği gibi kamusal insanın çöküşü haline dönüşmüş, birlikte yaşamak yerine yalnız, birbirine yabancılaşmış insanlara dönüşüyoruz gittikçe.


Büyüklerimiz anlatır sık sık. Onların zamanında anahtarı üstünde kapıların olduğu evlerin olduğu mahalleler varmış. O zamanlar komşu komşusunu tanır, akrabalarla sık sık görüşülür büyük sofralarda yemekler yenilir, tencereden pişen yemekler paylaşılırmış. Eskiden akşam saatleri iş çıkışı büyük ekranlar karşısında uyuklamak yokmuş. Aksine en keyifli zaman dilimleriymiş.


Saatlerce süren sohbetler, çekirdek çıtlatılarak tadına doyulmayan kahkahalar yükselirmiş evlerde.


Çocuklar, apartman çocukları gibi dairelere, odalarına sıkışmış bitmeyen ödevlerin içinde kaybolmaz, bilgisayar, televizyon karşısında büyümezmiş. Okul çıkışı ekmek arası peynir v.s ile gece yarılarına kadar çılgınlar gibi sokaklarda oyun oynarmış. Eskiden semt pazarları varmış. Şimdi birkaç tane kalırdı. Sebze-meyve, et aynı yerden satın alınırmış, organikmiş…


Gece yarılarına kadar sokaklarda oynayan çocuklar. Anahtarı üstünde aralık bırakılan kapılar v.s. Günümüzde bunları yapabilmek mümkün mü? Elbette hayır. Peki ne değişti?


Ve Ademoğlu insan, uzun yılar sonra, çağlar kapanıp yeni çağlar açıldıktan sonra, teknolojiyle tanıştı, kentli oldu, post modern insan oldu. Değişti, dönüştü. Dönüştükçe özünden kendi beninden uzaklaştı.Korkuları arttıkça, doğandan, kamusal alandan uzaklaşıp evlerine kendi mahremiyet alanlarına gizlendi. İşini, malını, mülkünü kaybetmekten, mikroptan, hasta olmaktan, kanserden, kazalardan, yangınlardan, terörden... kaybetmekten korkan bireye dönüştü.

İşte o nedenle ki; vazgeçemeyecek olsa da daha az istemeli, daha çok kanaat etmeli, hayatı ıskalamak yerine doyasıya yaşamalı, kendini yaradan Allahın varlığını sık sık hatırlamalı, bu evrenin merkezinde değil küçük bir nokta kadar yeri olduğunu unutmamalı.


Sevgiyle kalın her zaman…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Bence negatif duygularin kaynağı da bu insanın bu tutumu.yazıdaki gibi dediginiz gibi insan hep ister.nsanoğlunun istekleri gerçekten bitmez hep daha daha fazlasını ister
    CEVAPLA
  • Misafir Çok teşekkür ederiz Tülay acar
    CEVAPLA
  • Misafir Ne güzel bir yazı çok teşekkür ederim Tülay acar
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.