Başka hayatlara dokunmak...
Evlatlarımız. Kıymetlilerimiz. Bir armağan. Bir mucize. Bir nefes...
Kucağımıza aldığımız andan itibaren nasıl koruyacağım, diye bitmeyen kaygılarımız.
Daha iyi bir eğitim, daha iyi ev, okul, araba, giysiler, daha mutlu bir hayat vermek için çırpınışlarımızdaki dalgalarımız.
Hayatın anlamı yalnızca her şeyin en ‘dahalarına’ sahip olmalarını sağlamak mı?
Onların; ‘vicdan, empati’ değerlerine sahip olmaları için ne diliyor, ne yapıyoruz?
Hayattaki en önemli sınavlardan biri vicdanı terbiye edebilmek değil midir?
Peki nedir vicdan kavramı? Literatürde farklı ve karmaşık anlamları olsa da; kavramsal olarak ‘vicdan’; iyi ile kötü, yanlış ile doğru arasında seçim yapmamızı sağlayan bir turnusol kağıdı gibi. Birer ayraç, bir çeşit ‘özdenetim’, ‘ahlaki öğretinin yansıması’ ya da ‘içses’. Farklı anlamları olsa da, birçok uzmanın hemfikir olduğu ise; vicdan kavramının çekirdeğinin önce ailede, sonra okul ve çevrede katmanlaştığı.
Tıpkı; İsviçreli Eğitim Bilimci Hans Zulliger’ın de ifade ettiği gibi örneğin; çocuklarda suçluluğa yönelmenin ya yanlış eğitimden ya da olumsuz koşulların mevcut olduğu çevreden açıklıyor. O nedenle vicdanın ‘eğitimle’ olgunlaştırılıp geliştirilebilir.
İşte o nedenle diyorum ki; yalnızca sınavlarda en yüksek not alan, en başarılı çocuklar yetiştirmeye çalışmayalım. En yüksek notu alan çocuklar ilerde mühendis, doktor, öğretmen, bilim adamı, hakim, savcı, öğretmen, gazeteci v.s olabilir. Başarılı da olmalılar elbette. Ancak…
Peki ya onların içinde, ‘değerler eğitimi’ almadan büyüyenler, ‘empati’ ve ‘vicdanla’ hiç tanışmadan büyüyen çocuklar? Hatırlayalım; Nazi kamplarında suç işleyen binlerce çocuğu bilimsel deneylerde kullanarak öldüren bir doktor, onları ölüme götüren bombaları tasarlayan mühendisler, belki de sınıfının en parlak, okulunu birinciyle bitiren öğrencilerdi. Srebrenitsa’da çocuk, kadın demeden acımasızca tetiğe basan kişi, belki de fizik dersinde en yüksek not alan bir öğrenciydi.
***
İşte o nedenle; örneğin Elazığ’da, Malatya’da depremde yaşamını kaybeden, evsiz kalan, çadırda üşüyen ya da manevi olarak desteğe ihtiyacı olan ailelerin hayatlarına da dokunmamız gerektiğini bunun için daha şık bir çanta almaktan önce sorumluğumuz olduğunu anlatmalıyız.
Nasıl mı? Örneğin; harçlıklarını biriktirip göndermeyi ya da okula gidemeyen yaşıtları için bir şapka, eldiven, çorap örmek ya da kitaplar göndermek. Birlikte bir yaralıyı ziyaret etmek, soğukta kalan bir aileyi, bir çocuğun elini tutmayı öğretmek, birlikte aynı kasede bir çorba içmeyi anlatabilmek.
Ya da huzurevinde kalan yaşlıları ziyaret edip onlarla bir hafta sonu kahvaltı yapmak ya da onları bir akşam yemeğinde ağırlamak.
Çocukları dahil ederek, fiziksel engelleri bulunan, kanser v.s hastalıklarla mücadele eden çocukları ‘tüm içtenlikle, sevgiyle, merhametle’ hissederek bir gün geçirmek.
Bir hayvan barınağını ziyaret etmek. Ya da bir annesi babası olmayan kimsesiz çocukların gönüllü ebeveynleri, kardeşleri olmak.
Unutmayalım; insanlığın yalnızca maddi olarak güçlü, başarılı insanlara değil ‘önce, sonra ve mutlaka’, ‘vicdanlı’ bireylere, biliminsanlarına, doktor, mühendis, esnaf, mimar, avukat, hakim, savcıya, öğretmene ihtiyaç var...
Sözün özü; evlatlarımıza iyi hayat sunma çabamızın yanı sıra, önce hayatlara dokunmayı öğretmeli, empati duygususun geliştirmeli, vicdanlı insanlar olmayı da öğretmeliyiz. Özdeşim ve yansımlarımızla vicdanlarının katmanlaşmasına yardımcı olmalıyız. Hangi coğrafyada olursa olsun ‘başka acılara’ ortak olmanın ‘özdeşim, empati’ bağı kurmalarını öğretmeliyiz. Hayatta önce ve mutlaka önce insan olmanın değerini anlatmalıyız. Ve mutlaka mutlaka vicdanın pusulasıyla tanıştırmalıyız mutlaka. Biliyoruz ki; vicdan adaletin vekilidir ve Balzac’ın da ifade ettiği gibi: “Vicdanımız yanılmaz bir yargıçtır, biz onu öldürmedikçe.”
YORUMLAR