Tek gerçek sermayemiz: Yaşam
Yaşadığımızın coğrafyanın gündemi o kadar fırtınalı ki, dönüp kendimize bakmaya hiç fırsatımız olmuyor. Şu anda kadar ki hayatımızın gözümüzün önünden film şeridi gibi geçmesi için illa ölümle burun buruna gelmemiz gerekmiyor. Geçenlerde bir arkadaşım anlattı; kızıyla yaşadığı bir tartışma sonrasında hiç açıklama yapmadan, çantasını alıp birkaç saat bulundukları ortamdan uzaklaşmış. Kalkıp giderken bir hedefi de yokmuş aslında; kendine sahil kenarında salaş bir mekan bulmuş ve orada 3-4 saat geçirmiş. “O zamana kadarki bütün hayatımı düşündüm...” dedi; “...oraya bir hışımla gitmiştim ve başlangıçta yanımda taşıdığım öfke, günün sonunda yerini şükür duygusuna bırakmıştı.” dedi.
Bana kalırsa, arada bir açıp açıp zihnimizdeki “yaşam albümü”nü karıştırmamız gerekiyor. Üstelik bunun için yukarıdaki gibi bir hışım duygusunu beklememeliyiz; bu işi planlayarak rahatsız edilmeyeceğimiz bir yerde ve saatte kendimizle buluşmalı, “kaç zamandır görüşmedik, halin nicedir?” diye kendimizle hasbihal etmeliyiz. Bu ciddi biçimde niyet edilmiş, zaman ayrılmış buluşmalarda amacımız, sürekli öfke ve memnuniyetsizlik duygularıyla günlerimizi geçirirken durup arada nelerin iyi gittiğini, kimlerin “iyi ki var” olduğunu, şimdiye kadar geçen zamanda keyif aldığımız bir tek an bile varsa onu tespit edip hakkını vermek olmalı. Aslında mutlaka o zamana sığdırılmış ama kaçak-göçek ama planlanmış keyif anları bulabilmeliyiz.
Keyif anları derken ancak yüksek maliyetlerle elde edilebilecek keyifleri kastetmiyorum tabii ki... Kuş seslerini duymayı seviyorsanız bir sabah daha erken kalkıp o sesi duyabilmiş olmak, sakin bir ortamda yürüyüş yapınca kendinizi şarj olmuş hissedebiliyorsanız en azından yarım saat bunu başarabilmiş olmak, uzun zamandır görüşmediğiniz arkadaşlarınızın bir toplantısına katılabilmiş olmak, vs vs... Bu tür keyif anlarını, bu dünyada elimizdeki tek gerçek sermaye olan yaşamımızdan elde ettiğimiz mini gelirler gibi düşünebiliriz.
Ancak yaşam sermayesinden elde edilebilecek en büyük gelir, bize verilen bu çok değerli hediyenin kıymetini bilebilmek ve kısa zamanda öfkeyle, kırgınlıkla, derin üzüntülerle, küskünlüklerle ya da sebepsiz korkularla harcamamak olur. Bütün bunlar ara sıra hepimize çok zahmetsiz ve çekici gelebilir ancak asıl büyük kazancı sağlayan, zor olmasına rağmen bu duygularla mücadele edip üstesinden gelebilmek, eşsiz ve tek olan benliğimize uygun bir yaşamı yeni deneyimlerle ve kazançlarla zenginleştirmektir.
Eğer yaşamımızı en iyi şekilde değerlendirmek istiyorsak, ilk işimiz yetişkinlik yaşlarımıza kadar çeşitli biçimlerde itilip kakılmış özümüzü, kendimizi keşfetmek olmalıdır. Biz hangi toprakta yeşerebiliriz, büyüyüp gelişebiliriz, neye ihtiyacımız var, benliğimize uygun ortamda yetişebilirsek hangi meyveleri sunabiliriz bu dünyaya? Önce bu soruların cevaplarını bulmalı, sonra kendimizi bu halimizle gerçekleştirebileceğimiz ortamlara ulaşmak veya orada kalabilmek için ne gerekiyorsa göze alabilmeliyiz. Ne de olsa bize doğumda verilen sermaye olan yaşamın her anı kıymetli, en iyi şekilde değerlendirmek için elimizden geleni yapmalıyız. Bunun için sürekli dışarıdan motivasyon veya başka tür bir kaynak desteği beklemek de, yaşamımızı en iyi şekilde değerlendirme sorumluluğundan kaçma girişimleridir; bu tuzaklara da düşmemeliyiz.
Sonuçta adını sanını duyduğumuz her başarılı kişinin hikayesinin, kendine inanmak ve taşıdığı potansiyeli ne pahasına olursa olsun geliştirmeye, zenginleştirmeye yönelik çabayla dolu olduğunu görürüz. En iyi şekilde değerlendirdiğiniz, her anın hakkını verebildiğiniz bir yaşam dileğiyle...
YORUMLAR