Sorumluluk bilinci: Geç olursa güç olur...
Meşhur bir şaşırtma sorusu vardır; "1 kg pamuk mu daha ağırdır yoksa demir mi?" diye… İşte sorumluluk da hep böyle olduğundan daha ağırmış gibi görünen bir kavramdır. Duyduğumuz anda sanki omuzlarımıza görünmez bir yük biner; daha ağırlığını hissetmeden bu yükü taşıyamayacağımıza dair bir önyargımız vardır.
Daha önceki yazılarımda sorumluluk kavramına sık sık değinmiştim ama bu konuyu aslında tek başına ele almak gerekiyor. Sorumluluk ya da sorumluluk bilinci, aslında doğuştan itibaren genlerimizde bulunan temel bir unsur değildir. Yaşadıkça öğreneceğimiz, tanıdıkça aşina olacağımız, benimsedikçe kaçmayacağımız bir beceridir.
“Yaşadıkça öğreniriz” kısmından başlayacak olursak, sorumluluk bilincinin filizlenip büyüyebilmesi için çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren uygun ortamın yaratılması gerektiğini söyleyebiliriz. Ebeveynlerin çocuklara yaş grubuna uygun sorumluluklar vermeleri, çocukların da kolaylıkla yerine getirebildikleri bu sorumluluklardan keyif almalarını ve özgüvenlerini geliştirmelerini sağlar. Böylece sorumluluk kavramıyla tanışmaları keyifli bir ortamda gerçekleşir, bu küçük sorumluluklar çerçevesinde becerilerini, yeteneklerini ve kapasitelerini tanıma fırsatı doğar. Kendini iyi tanımanın, her haliyle sevebilmenin ve şefkatle yaklaşabilmenin temelleri de burada atılır.
Sorumluluk verildikçe ve özgüven geliştikçe, çocuklar bazı sorumlulukları benimser ve yaşamın doğal bir parçası olarak algılamaya başlar; bu da “tanıdıkça aşina olma” aşamasıdır. Tıpkı özbakım alışkanlıklarının zaman içinde yaşamın kıymetli bir parçası olması gibi, sağlıklı bir bedeni ve ruhu koruma sorumluluğu da yetişkinliğe doğru hayatımızın temel taşlarından biri olur. İnsanın kendi yaşamıyla ilgili sorumluklara gösterdiği hassasiyet, zamanla kapsamını da genişletir ve dış dünyayla ilgili sorumluluklara da (çevre temizliği, geri dönüşüm, hayvanları koruma, vb.) özen gösterilmesini sağlar.
Çocukluk ve gençlik döneminde hayatımızın bir parçası olarak benimsediğimiz sorumluluklar, yetişkinlik döneminde artık ağır bir yük gibi algılanmaz; dolayısıyla gördüğümüz yerde kaçma refleksi de yaratmaz. Üstelik bulunduğumuz ortamda hangi sorumluluğun bize düştüğünü zamanında algılayabiliriz; görmezlikten gelme veya bir başkasına yüklemeye çalışma gibi kaçınma davranışları da göstermeyiz.
Bu becerinin en büyük avantajı, üstüne vazife olmayan işlere atlamamaktır. Kendi sorumluluğunu iyi bilen ve en iyi şekilde yerine getirmeye çalışan kişi, diğerlerinden de aynı özeni bekler. Bulunduğu ortamda (aile, iş yeri, arkadaşlıklar, çift yaşamı) bu beceriyi kazanamamış olan kişilerin açıklarını kapatmak için taşıyabileceğinden fazla ve kendine ait olmayan sorumluluğu üstlenmek yerine, karşılarındakini almaları gereken sorumluluklar konusunda uyarıp bunları onların yerine getirmelerini bekler. Eğer sorumluluk paylaşımı dengeli biçimde gerçekleşmiyorsa, o ortamın kendileri için sağlıklı olmadığını erken kavrayacak ve gereğini yapacak güce sahip olurlar. Söz konusu sorumluluklar, günlük rutindeki işler de olabilir, verilen kararların ya da yapılan seçimlerin sonucuyla ilgili sorumluluklar da...
Böyle bakıldığında sorumluluk bilinci, aslında kendini sevmenin ve sahip çıkmanın bir göstergesidir. Kendine ve yaşamına hak ettiği değeri vermektir, kendine güvenmek ve cesur olabilmektir. Bu beceriyi ne kadar erken kazanırsak, tatmin edici ve bize gurur veren bir yaşam hikayesi yaratma şansımız o kadar artar.
YORUMLAR