Sevgilisi olmayanlar için...
Her sene Sevgililer Günü yaklaşırken perakende ticaret dünyası epey harekete geçiyor; günün anlam ve önemine uygun olan ya da olmayan tüm ürünler hediye niteliği kazanıyor, indirimler/kampanyalar havada uçuşuyor... Tüketim çılgınlığına dönüşen bu gün yaklaşırken, bu kez konuyu “sevgilisi” olmayanlar açısından ele almak istedim.
Çevresel etkiler (reklamlar, vizyona giren filmler, vitrin süslemeleri,vs.) bir partneri olan bireyleri - ilişkinin kalitesi oranında - olumlu etkilerken, olmayanları biraz daha depresif yönde etkiliyor olabilir. Bir romantik ilişki içinde olmamak böyle günlerde yalnızlık hissini, ümitsizlik, hüzün ve mutsuzluk gibi duyguları hatta değersizlik algısını artırabilir. Eğer bir partneriniz yoksa ve bugünlerde bu tür duygular içindeyseniz, bu yazı sizin için...
Öncelikle bugüne kadar hiç romantik ilişki yaşamamış olanlardan ziyade daha önce ilişki deneyimi yaşamış ancak şu anda partneri olmayanlardan başlayalım. Eğer geçmiş deneyimler gülümseten anılardan çok acı verenlerin ağır bastığı nitelikte ise, bir ilişki içinde olmaya özlem duymaktan çok ilişki ihtimalinin kaygı yaratması söz konusudur. Çünkü ilişkinin artık beyindeki tercümesi farklıdır. İlişki rahatlatıcı, güven, umut ve mutluluk veren bir kaynak değildir; şüphe/kaygı, kırgınlık, değersizlik/yetersizlik, öfke ve yalnızlık çağrıştıran bir deneyimdir. Üstelik bu olumsuz deneyimler üst üste tekrarlandıysa, yara izi gibi duygulara bir de giderek sabitleşecek önyargılar eklenir. (“Bütün kadınlar/erkekler böyle zaten!”, “Mutlu ilişki yoktur!”, vs.). Dolayısıyla böyle günlerde acı veren ilişki deneyimi olanlar, içten içe çifte kumru gibi gördükleri tüm çiftleri uyarıp onları kaçınılmaz kötü sona doğru son sürat ilerlemekten kurtarmak isterler.
Aslında geçmiş olumsuz deneyimlerden sonra zihinsel ve duygusal açıdan bu derece negatif yüklü olma durumunu, sadece ilişkide yaşanan olaylara bağlayamayız. Çünkü aynı şekilde geçmiş ilişkileri uzun ömürlü olmamış ancak bunun nedenlerini gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirebilmiş ve yaşadıkları/yaşattıkları tüm duygularla yüzleşebilmiş olan yalnızlar için durum farklıdır. Onlarda partner adaylarına dair peşin hükümler, kaygı ve güvensizlik duyguları, acımasız savunma mekanizmaları yoktur. Geçmişte yaşananlardan bir şeyler öğrenilmiş ve bir sonraki ilişkide farklı uygulanmak üzere kaydedilmiştir, yapılanlar veya yapılmayanlarla ilgili kendi tarafında düşen sorumluluklar var ise fark edilmiş ve bunları gelecekte cesurca üstlenmek üzere hazırlanılmıştır. Daha kendinden emin, hem sınırlarını koruyabilen hem de esnek olunabilen bir duruş benimsenmiştir. Bu yalnız duruşta olgunluk, sakinlik, güven, sağduyu ve yaşam enerjisi vardır. Bu tarz bir yalnızlık keyiflidir; çevrede varolan “sevgili” manzaralarına negatif anlam yüklemeden sadece “sıcak duygular uyandıran bir görüntü” olarak bakılır.
Bugüne kadar hiç uzun süreli ilişki deneyimi yaşamamış olanlarda ise durum şöyledir: Bahsettiğim ilk gruptan duyduklarından az da olsa etkilenmiş grup endişeli/çekingen, daha çok ilişkilerini uzun vadede geliştirebilmiş ve giderek artan uyum/mutluluk seviyelerine taşıyabilmiş olan çiftlerle etkileşimde olan grup ise gelecekteki partnerlerini heyecanla bekledikleri enerjik bir duruşa sahip olurlar. Şu anda yalnız olan ve belki de yakın gelecekte ilk ilişki deneyimlerini yaşayacak olanlara önerim; ilişkide yaşananları bir etkileşim olarak görmeleri, kendi söylem ve eylemleriyle ilgili sorumluluğu dürüstçe üstlenebilmeleri, ilişki tariflerini kendi içlerinde netleştirmeleri ancak karşı tarafa asla tek doğru olarak dayatmaya kalkışmamalarıdır. Beklentilerin ortada buluşamayacak kadar farklı olduğu görülürse de, bunun kimsenin hatası/yanlışlığı olmadığını olgunca kabullenerek barış içinde ilişkiyi sonlandırabilmek, herkesi gelecekte olumsuz duygular ve düşünceler yüklenmekten koruyacaktır. Birçok şarkı sözünde bahsedilen, “kanat taktıran” ya da “özgürleştiren” sevgiyi veya sevgiliyi bulabilmeniz dileğiyle, Sevgililer Günü'nüz kutlu olsun...
YORUMLAR