Eğitim orada daha iyidir diye beni bir kız okuluna yazdırdılar. Hakikaten de o dönemde o lisede okuyanların neredeyse hepsi üniversiteye giriyordu. İstanbul’da sadece iki üniversite olduğunu hatırlayınca, bunun benim için olumlu bir hamle olduğunu itiraf etmem gerekiyor. Gelgelelim, bu hamlenin ardındaki “kız kıza hayatın daha güvenli olduğu” fikri yokmuş gibi de davranamam. Kanıtım, babamın “hep kız, daha iyidir” sözüdür. Ortaokul-lise, toplam altı yılımı garantiye alıp hep beraber rahatladık!
İkinci etap servise yazılmamdı. Babam herkes gibi otobüsle, minibüsle gidip gelebileceğimi söylediğinde annem şiddetle karşı çıktı. “Daha küçük, kendi başına okula gidip gelemez.” Tabii ki kazanan annem oldu. Kız okulunun kız servisine yazılış o yazılış, altı sene boyunca annemi büyüdüğüme inandıramadım!
Zorla evlendirildiği kocasını sevmeye çalışan kadın gibi, gönülsüz yollandığım o liseyi sevebilmek için kendimi kandırmayı çok denedim. Bir ölçüde başarılı da oldum. Meselâ kocaman, dört stada denk gelecek kadar büyük bahçesine bakıp biraz iyi hissediyordum. Ağaçları ve bahar gelince papatyalarla, yoncalarla kaplanan çimenleri güzeldi. Kurulduğu 1911’den kalma eski binanın eski sınıflarının yürürken gıcırdayan ahşap zeminleri de öyleydi. Bir de “kantinci Sema Abla”nın kendi adını verdiği karışık tostu “Semoş”, tadı çok güzeldi. Kısacık teneffüslerde, o büyük kantinin önünde yükselen belki yüz yıllık ağaçların altındaki banklarda oturup başımı kaldırıp gökyüzüne bakardım. Yatılı bölümün olduğu binanın bahçesindeki yıkık dökük köşk de niye bilmiyorum iyi hissettirirdi. Belki bugün ne yaptıklarını bilmediğim birkaç iyi arkadaşı ekleyebilirim iyiler hanesine bu okulun.
Ama hepsi o kadar. Yüksek duvarların çevrelediği bir tür açık hapishane, laik manastırdı benim için. Altı yılım, o yüksek duvarların gerisinden gelen sesleri duyarak, servisin penceresinden hayatı izleyerek geçti diyebilirim.
Erkek meraklısı değildim. Bir ergen kız, karşı cinsi ne kadar merak ediyorsa o kadar merak ediyordum. On iki yaşımda bile beni rahatsız eden, “kadınla erkeğin ayrılması” fikriydi. Bunu, o gün de tam bu kelimelerle ifade ediyordum. “Üniversitede onlarla okuyacaksam, sonrasında onlarla beraber çalışacaksam, onlala beraber yaşayacaksam şimdi niye ayrı olmak zorundayım?”
Bugün biraz daha gelişmiş cümleler kurabiliyorum. Hayatın her alanını paylaşarak yaşamak durumunda olan iki cinsin, çocuktan ergene, ergenden yetişkine dönüştüğü dönemde birbirinden ayrılmasının sosyalleşme konusunda ciddi zorluklar yaşattığını biliyorum.
Kadınla erkeğin ayrıldığı her yere, her zemine, her fikre karşıyım. Okullara, alışveriş merkezlerine, spor salonlarına, toplu taşama araçlarına ve akla gelebilecek diğer “kadın kadına” uygulama alanlarına tamamen karşıyım.
Kadınlar beni bağışlasınlar. Eğer tanıdığım kimselerden oluşmuyorsa, içindekiler arkadaşlarım değillerse, kız-kıza, kadın-kadına ortamlarda, oluşturulmuş erkeksiz hava sahalarında boğulduğumu hissediyorum ve bu yüzden kadın gruplarının içinde olmamaya çok özen gösteriyorum. Kaçırdığım harika şeyler olabilir, ama durum şimdilik veya hâlâ bu.
Kadın kadına, erkek erkeğe vakit geçirmenin bir ihtiyaç olduğunu kabul ediyorum, ama bu sürenin dengelenmesi konusunda çok ısrarlıyım. Hayat müşterek.
10. bölüm 14 Şubat Cuma www.hthayat.haberturk.com’da....
Önceki bölümler...
YORUMLAR