Perili Fatma - 14
Üzerinde bordoya çalan eteği pilili, kırmızı saten elbisesi, kolunda sarı çantası, ayağında aynı renge çalan küt topuklu rugan ayakkabıları, başında üzeri taşlarla bezeli taraklı tokası ve elinde iki akşam önce hazırladığı kırmızı gül buketinin aynısıyla çiçek tezgâhında Altan Bey’in gelmesini bekliyordu.
“Vay Perili! Parlarsın be ya! Dikkat edesin kargalar çalmasın seni.”
“Hadi be! Sen git önce ağzına diş taktır!”
Öyle heyecanlıydı ki, tezgâhtaki akrabası Dişsiz Metin’e laf yetiştirecek hali yoktu.
Altan Bey arabasıyla önünde durduğunda dizleri titredi.
“Çok şık, çok zarifsin bu akşam.”
Ön koltukta otururken kendini prensesler gibi hissediyordu.
Altan Bey’in ziline bastığı kapı açılana kadar Perili bulutların üzerinde uçuyordu.
“Hoşgeldin hayatım.”
“Hoşbulduk canım, bak kimi getirdim.”
Perili, iki gündür kendini Altan Bey ve annesi ile yemek masasında hayal ediyordu. Fakat şimdi o masaya Altan Bey’in karısı da oturacaktı.
O an, hep başkalarını çektiği küçük kamerası onu, aklından gönlünden geçenleri kaydedebilsin çok isterdi. Duyduğu utancın, öfkenin, suçluluğun filmini ara ara dönüp izlerdi. Bir daha bir erkek ona “güzel” dedi mi hülyalara dalmazdı. Beyefendi adamların onu seveceğine ihtimal vermezdi. Fala gittiği evlerde yaptığı gibi, gözleri kapalı halde başını tavana kaldırıp nefes almak istiyordu. Değil üç, değil yedi, değil yirmi bir, yüz bir nefes kalabilirdi o halde.
Altan Bey’in nazik karısının sesiyle kendine geldi.
“Ne kadar güzel güller, sizin gibi Fatma Hanım...”
Gülleri vazoya yerleştirmek için Perili’nin elinden alırken Altan Bey araya girdi.
“Ben hallederim Arzucuğum.”
Bankada, nüfus dairesinde “Hişt”, mahallede “Fato” diye çağırılan Perili Fatma’ya hafif sosyetik muhitlerde “Fatoş” diyenler olmuştu, ama ilk defa biri ona “Fatma Hanım” diye hitap ediyordu. İlk kez bir ev sahibi tabure getirip onu eşikte oturtmuyor ya da etrafı kirletmesin diye altına örtü sermiyor, plastik bardakla su uzatıp içer içmez bardağı çöpe atmıyor, lafını söyleyip gitsin diye beklemiyor, onunla çocukla konuşur gibi konuşmuyor, iğrenir gibi bakmıyordu. İlk defa yabancı biri, onu sofrasında yanında oturtuyor, ona kendi yemek tabağında yemek ikram ediyordu. Perili hayal kırıklığına yenilmektense, ömründe birkaç saat de olsa “Fatma Hanım” olmanın onurunu yaşamaya karar verdi. İnsan iki günde âşık mı olurdu? Hem bu bir şey değildi ki, hayal kırıklığı, kalp kırıklığının yanında hiç kalırdı. Şimdi geçmişe gitmenin de âlemi yoktu. Altan Bey’in onu niye evine yemeğe çağırdığını düşünmeye başladı.
Arzu Hanım mutfağa geçerken Altan Bey, Perili’ye,
“Annemin yanına gidelim mi biraz?” dedi.
Salonun yanındaki küçük odaya girerlerken küçücük yüzlü, beyaz saçlı kadın, yatağında doğruldu. İki elini uzatıp Perili’nin yaklaşmasını bekledi. İki elini sıkıca tutup,
“Nasılsın?” dedi.
“İyiyim. Sen nasılsın teyzem?”
“Turp gibiyim. Daha gencim, beni güzel günler bekliyor.”
Annesi Perili’nin elleri elinde gülerken Altan Bey söze karıştı:
“Hatırladın mı Perili?”
“Neyi Altan Beyim?”
“Bu sözleri... Annemi...”
Perili gözlerini kısarak baktı yaşlı kadına.
“İyi düşün Perili.”
“Yok, affeyleyesin, hatırlamam teyzemi.”
Altan Bey, annesinin iyi hissettiği günlerden birinde eczaneye gitmek için dışarı çıktığını, yolda yürürken başı dönüp düştüğünü, o esnada çiçek tezgâhında oturan Perili’nin koşup onu kaldırdığını, kasaptan bir bardak su getirip içirdiğini, sonra da elindeki reçetede yazan ilaçları alsın diye eczaneye yanında beraber gittiğini, eczaneden sonra apartmanın kapısına kadar da ona eşlik ettiğini anlatınca Perili’nin de yüzü güldü:
“A! Hatırladım be ya! Teyzem ‘Yaşlandım’ diye ağladı. Ben de ona ‘Turp gibisin. Daha gençsin, seni ne güzel günler bekler be ya!’ dedim. Böyle dedim.”
Altan Bey o günden sonra haftada bir gün çiçek tezgâhına uğramaya başlamış, sardığı karanfillerin hasta anneye gittiğini öğrenen Perili, her defasında hazırladığı demeti uzatırken “Şifanız bol olsun be ya” demeyi ihmal etmemiş, arada bir de eklemişti:
“Yaşlıdan iki şeyi eksik etmeyeceksin. Bir güleryüz, iki çiçek. Komşu bahçeden çalsan bile olur. Yeter ki çiçek olsun.”
Güleryüzle çiçeklerin annesine ilaçları kadar iyi geldiğini gören, onların suyunu değiştirmek için yatağından sevinçle kalkmaya başladığını gören Altan Bey, Perili’yle ayaküstü sohbetlerini uzatır olmuştu. Onu bir tür sokak filozofu ve terapisti olarak görüyor, okulda “plasebo etkisi” konusunu işlerken derslerine konu edip üzerine bir de makale kaleme almak istiyordu. İşte o akşam Perili’yi hem teşekkür etmek hem de bir dizi görüşme teklifinde bulunmak için evine davet etmişti.
Okul yüzü görmemiş Perili, Altan Bey’in teklifi üzerine kaşığını bıraktı. Haftada bir gün Altan Bey’in evine gelecekti, akşam Altan Bey ona sorular soracak, Perili bu soruları cevaplayacak, konuşmalarını Altan Bey kaydedecek, bir kopyasını da ona verecekti. Perili’nin adı hiçbir yerde geçmeyecek, konuşmalarını Altan Bey’den başka kimse dinlemeyecekti.
Dudaklarını büzerek başını bir sağa, bir sola eğdi. Bakışları kuşkuyla tavanın bir köşesinden diğer köşesine gidip geldi. Sonra içinden “Bazen de güveneceksin insanlara” deyip teklifi kabul etti.
“İstersen benim kamerayı da getiririm.”
“Senin kameran mı var?”
“Var be ya!”
Altan Bey şaşırmıştı.
“Ne yapıyorsun kamerayla?”
Perili tıpkı iki akşam önceki gibi gülmesine engel olamadı. Eğildi, sesini alçalttı:
“Onu da sonra anlatırım Altan Beyim.”
Başındaki taraklı tokayı çıkarıp tekrar taktı, dört parmağıyla bir kez üzerine bastı. Kaşığını alıp çorbasını içmeye devam etti.
15. bölüm 20 Mart 2018 Salı hthayat.com’da...
YORUMLAR