Üç gün üst üste spora gidince dizimi incittim. Normali, haftada iki veya üç gün gitmek ama bir ya da iki gün ara vererek. Galiba hırs yaptım. Çok uzun zamandır spor yaptıkları her hallerinden belli olan kadınların vücutlarıyla kendiminkini kıyasladım. Onlara benzemek istedim. Transparan taytlarına değil ama bedenlerine özendim. Yaptığım, diyete başlayıp ikide bir basküle çıkıp kilo verdim mi diye bakmak gibi bir şeydi.
Kendimi kıyaslıyorum. Kendimi başka kadınlarla kıyaslıyorum ve her kıyaslamada mutlak surette onları kendimden güzel, fazla, iyi buluyorum. Aslında bu, sadece spor salonlarındaki kadınlarla ve güzellikle sınırlı değil. Benim olamadığım ne varsa, onlar, başkaları olabilmiş gibi geliyor.
Biri mesela yaptığı basit bir şeyden mi bahsediyor, bende hemen “ben yapamadım” lambası yanıyor. Kıskançlığın diğer ismi, kendini kıyaslamak ve ben kendimi kıyaslaya kıyaslaya eriyip gidiyormuşum gibi hissediyorum.
Çok yol aldım, kendime haksızlık etmeyeyim. Artık sokağa sancı çekmeden çıkabiliyorum, “Herkes çift, ben tekim” demiyorum. Ama birinin diyete başlayıp kilo verdiğini duymak bile benzer cümleler kurmama sebep oluyor. “Herkes kilo veriyor, ben veremiyorum.”
Spor salonunda egzersiz yapmaya devam etmek istiyorum, ama kendimi orada gördüğüm kadınlarla kıyaslamaktan vazgeçebilmek de istiyorum. Bu sabah bir ara kendi kendime “Spor salonuna artık gitmesem mi acaba?” dedim. Sonra hemen kendime geldim. “Saçmalama.” Fit kadınlar bir spor salonunda mı karşıma çıkıyor? Hayır. Her yerdeler. Sokağa çıkmama bile gerek yok, bu kafada olduktan sonra pencereden baksam yeter, benden daha formda görünen bir kadın bulur, gene kıskanırım.
Kendimi başkalarıyla kıyaslamaktan, kıskanmaktan şu yüzden vazgeçmek istiyorum: Sonu yok, acı çekiyorum ve bu şekilde yaşamaya artık son vermek istiyorum. Kıskanmamak, kendini kıyaslamamak büyük özgürlük. Vazgeçebildiğim kısmından öğrendiğim bu.
Bu kıyaslamanın sonucu olarak, en azından bir hafta spor yapamayacağım. Halbuki benim için yeni bir sosyalleşme alanıydı. Yani bir de bu yanı var.
Son gittiğim gün, otoparktan çıkarken Erhan’ı gördüm. Gözleri yine fıldır fıldırdı, pazarladığı merdivenleri gösterecek birini arıyordu yine herhalde! Sürekli aranıyor. Sanki yıllarca kapalı bir yerde kalmış, çok uzun yıllar boyunca kadın görmemiş ve yakın zamanda salınmış gibi bir hali var.
Beni direksiyonda fark edince dişlerini göstererek el salladı. Yerden epeyce yüksek, çok benzin yakan arabasının içinde dünyaları o yaratmış gibiydi.
İlgilenmediğim, beğenmediğim bir adamla ilgili niye bu kadar çene yoruyorum ki? Yanlışlarımdan biri de bu. Kendi işime gücüme baksam daha iyi ederim. Bu hafta kahve siparişlerini hazırlayarak geçecek. Kirayı çıkaracak kadar kazanıyorum. Gelirimi artırmak için planlarım var, kendime de kahvelerime de inanıyorum, güveniyorum.
Dizimin biraz ağrıması yürümeme engel değil. Sabah sahile inip biraz yürüyeceğim.
Ertesi sabah
Spor salonuna gitmemem, Erhan’ı görmeyeceğim anlamına gelmiyormuş. Adam sahiden sahilde bisiklet kullanıyor. Yürürken yanımda durdu, bana eşlik etmek istedi. “Laflayacak biri” diye geçirdim içimden, kabul ettim.
Bisikletini bağlayıp benimle yürümeye koyuldu. Beni birkaç gün göremeyince merak ettiğini söyledi, daha çok hangi günler spora gittiğimi sordu.
“Belli olmuyor” dedim.
Elbette laf lafı açtı. Ne iş yaptığımı sordu, anlattım. Kahve işine başlama hikâyem onu şaşırttı. Çok cesur olduğumu, cesur kadınları çok çekici bulduğunu söyledi. Sanki kadınlar önünde çekici bulunmak için dizilmişler gibi konuşması asabımı bozdu.
“Bu dediğin beni hiç etkilemiyor” dedim.
Durdu. Bu sözüm üzerine ilk konuşan o olsun istedim.
“İlginç.”
Biraz durup cevap verdim.
“İlginç değil. Bana özel bir şey söylemiyorsun ki etkileneyim. Çekici bulduğun kadın tipine uygun olduğumu söyleyerek kendini cilalarken beni sıradanlaştırdığının farkında değilsin. ”
Lafımı bitirdikten sonra içimden “Ben bir mucizeyim” diye geçirdim.
YORUMLAR