Doğuran kadının asıl ihtiyaçları...
Geçen hafta tüm koltukların dolu olduğu bir kongre gerçekleşti İstanbul’da: 1. Ulusal Doğal Doğum Kongresi. Türkiye’den ve dünyadan doğumkonusuyla bir şekilde ilgilenen 400 kişi konuşmak, tartışmak, tanışmak için bir araya geldi.
Hepsi ilginç konular üzerinde duran konuşmacılardan biri de doğumla ilgilenen pek çok insan için bir fenomen olan Michel Odent’ti.
83 yaşındaki Fransız doğum doktoru ve araştırmacısı Odent, sunumunda 21. yüzyıl doğum ortamını ve kadınların doğururken karşı karşıya kaldıkları engelleri anlattı. Odent, 21. yüzyıl doğum dünyasının insan yaşayışında en çok müdahale edilen ve en çok deformasyona uğrayan alan olduğunu belirterek başladı konuşmasına.
Ona göre bu değişim, insanlık tarihinde hem kültürel hem de fizyolojik açıdan bir dönüm noktasına işaret ediyor. Kültürel şartlanmanın bize dikte ettiği ve günümüz kadınlarının çoğunun bilinçaltına verdiği mesajı, “Bir kadın kendi kendine doğurmaya muktedir değildir; başkalarının yardımına ihtiyacı vardır” şeklinde deşifre ediyor Odent...
Doğumla ilgili odağın kadında ya da bebeğinde değil “ötekiler”de olduğunu vurguluyor. Odak ötekilerde olunca doğuran kadının temel ihtiyaçlarının unutulduğunu, oysaki esas olanın bunların hayata geçmesi olduğunun altını çiziyor.
Michel Odent’e göre, doğuran kadının temel ihtiyaçlarından biri insan beyninin bilişsel kısmı olan “neocortex”e gelecek uyarıların en aza indirgenmesi. Doğumun ilkel beyin denilen bölgede gerçekleştiği, bilişsel alana gelecek her türlü uyarının süreci kesintiye uğratacağı teorisi bu ihtiyaçların belirlenmesindeki çıkış noktası.
Neocortex’in uyarılmaması için loş ışık, sessizlik ve gözetlenme hissi olmadan kendini güvende hissetmek gerekiyor. Bu durumu bir çiftin cinsel ilişkiye girdiği ortamda ihtiyacı olan koşullara benzetiyor Odent.
Nasıl insanların gözü önünde, parlak ışıkta, “akşam yemekte ne olduğu” listesini sayarak sevişilemezse bunların doğum ortamında da bulunmaması gerektiği örneğini veriyor.
Doğuran bir kadına eşlik edecek yegâne kişinin “odanın köşesinde örgü ören bir ebe” olması gereğini anlatıyor Michel Odent. Bu manzarayı da şöyle
açıklıyor: “Kadının kendini gözetlenmeden güvende hissedeceği kişi aslında annesidir. Geleneksel anlamıyla ebeliği zaten kadının eskiden beri tanıdığı, güvendiği annesi, teyzesi, komşusu yapardı. Ebe, annenin yerini alan kişidir. Ebenin köşede oturması, onun doğumun merkezinde, kadının önünde yer almaması gereğinin
temsili. Bu şekilde kadın istediği gibi davranabilir ve kendi doğumunun merkezinde yer alır. Ebenin örgü örmesi ise kendi adrenalin seviyesini kontrol altında tutması için uyguladığı bir işlem. Bir şeyi sürekli tekrar etme hali (örgü örmek gibi) insandaki adrenalin seviyesini düşürür. Doğum ortamında adrenalin salgılayan birinin bulunması dezavantajdır. Çünkü araştırmalar gösteriyor ki, ruh halleri bulaşıcıdır.”
(Mevcut hastane doğum ortamlarını, parlak ışıkları, kalabalığı, koşuşturmayı, sürekli açılıp kapanan bir kapının tam karşısına yerleştirilen doğum masalarını düşününce Odent’in sözünü ettiği bu doğum ortamı bir hayli ütopik gözüküyor gözüme... Odent de bunun farkında elbet; o ideal ortamı anlatmak istiyor.)
Diğer bir yandan Odent’in ideal olarak tanımladığı ortamda eksik olan bir şey var, o da maliyet... Elbette söz konusu olan riskli gebelikler değil; her şeyin yolunda gittiği, hiçbir patolojik durumun olmayacağı gebelik ve doğumlar...
Sunumdan sonra Michel Odent ile mayıs ayında yayınlanacak yeni kitabı “İnsanlığın Geleceği ve Doğum” hakkında konuşma fırsatı da buldum... Kitapla ilgili sohbetimiz ve doğuş şeklimizin medeniyeti nasıl etkileyeceği, bir sonraki yazımın konusu..
YORUMLAR