Doğumu Kadınlara Bırakın!

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, pazartesi günü doğum hakkında konuştu. Doğum konusunda epey meraklı bir kişi olarak bakanın söylediklerini tek tek ele almak geldi içimden.


En baştan başlayalım...

“Bu işin tabiatı normal doğumdur. ‘Sezaryen mi?, Epidural mi?’ derseniz tabii ki epidural. Fakat ‘normal doğum mu, epidural mı?’ Tabii ki normal doğum. Anneleri korkutmayacaksınız. Anne ne kadar cesursa çocuğu da o kadar cesur olur. Korkak bir nesil istemiyoruz.”


Kadınların normal doğumdan korkmasının en önemli sebebi şimdiye kadar maruz kaldıkları doğum ortamı. Yaşadıysanız bilirsiniz, yaşamadıysanız gözünüzün önünde canlandırmaya çalışın...


Sıradan bir doğumda...

Bir kadın sancıları başlayınca hastaneye, doktoruna gidiyor. Hastaneye girdiği andan itibaren yemesi içmesi yasaklanıyor (ya bir komplikasyon olur da ameliyata girmek zorunda kalırsa), damar yolu açılıyor, hastane geceliği giydiriliyor (sapasağlam, hiçbir riskli durum taşımayan bir kadından bahsediyoruz), lavman yapılıyor ve sancıların sıklığı ve bebeğin kalp atışlarını ölçmek için NST’ye bağlanıyor. NST’ye bağlı kalabilmesi için yatağa yatıyor; sancılarıyla başa çıkmak için dolanması, eğilmesi, kalkması mümkün değil...


Devlet hastanelerinde birçok kadın aynı odada bulunuyorlar. Biri çok bağırıyor, biri az, öteki küfrediyor, beriki imdat diliyor... Bizim sapasağlam kadın korktu, kendini yalnız hissetmeye başladı, sabit durduğu için sancılarla baş edemiyor...


Partograf denen bir tablo var. Bu bir nevi skor çizelgesi. Kaç saatte kaç santim açıldı rahmin onu takip ediyor. Bunun da bir “normali” var, işin kötüsü “saatte bir santim olmalı(mı); olmadıysa verelim suni sancıyı, suyu patlatalım... Kadının ödü patladı, e çizelgeye de yetişemedi, karnı acıktı, susadı, kasıldı da kasıldı. Doktorun, hemşirenin kadının yanında durup sırtını sıvazlayacak vakti yok. Aslansın kaplansın, yaparsın diyecek kimse yok. Kadın kasıldıkça doğum zorlaştı. Çünkü rahim dediğin bir kaslar bütünü; kafa rahat olmayınca, vücut kendini sıktıkça direnir açılmaz rahat rahat... E bizim doğumhanede mahremiyet yok, içeri giren çıkan görevlinin haddi hesabı yok, hareket serbestliği yok, cesaret veren yok... Kadın başladı bağırmaya “Alın bu bebeği, ben yapamayacağım”, doğum da ilerlemedi... Hoop sezaryen!


“Anneleri korkutmayacaksınız. Anne ne kadar cesursa çocuğu da o kadar cesur olur. Korkak bir nesil istemiyoruz” demişsiniz. Cesur kadın, cesur çocuk orantınız bir yana Sayın Bakan, siz olsanız böyle doğurabilir misiniz? Kadının doğurabilmesi için oksitosine, oksitosinin salgılanabilmesi için rahat ve güvenli bir ortama ihtiyaç var...


Bu yazıyı okuyanlara soruyorum: Spot ışıklı hastane odasında bir masaya bağlanmış yatarken, çevrenizdeki tıbbi personel sanki yetişmeniz gereken bir randevu varmış gibi dakika tutarken ve kimse sizi yüreklendirmezken kendinizi rahat hissedebilir misiniz? Normal doğum adı altında yapılan işkencelere bir son verilmediği sürece kim doğurmak ister?


Not: Sağlık Bakanı daha iyi bilir elbette ama benim şimdiye kadar edindiğim bilgiye göre epidural bir doğum yöntemi değil, bir anestezi çeşidi.


Boyu değil işlevi…

Gelelim ikinci meseleye: “Ebe hemşire açığı, sıkıntımız olan alanlardan bir tanesi. Sağlık meslek liseleriyle ebe sıkıntımız biraz azalacak. Hamile anneyi ilk aydan doğuma kadar takip edecek ebelerimiz olacak.” demiş Müezzinoğlu.


Benim bildiğim kadarıyla Türkiye çalıştırdığı ebe sayısı bakımından Avrupa’daki ilk beş ülkeden biri. (43.301 ebe).


Boyuna değil işlevine bakmak lazım derler ya. Bu da öyle bir konu. Türkiye’nin ebelerle ilgili sıkıntısı sayılarının azlığı değil mesleklerini yapmamaları!!




Ebeler birçok yerde doktor asistanlığı ve hemşirelik yapıyorlar. Risksiz gebeliklerin takibi ve doğum onların yetki alanlarında değil. Bunu hangi ebeye sorsanız söyler. Bunun yanı sıra akademik gelişim olanakları sınırlı, ücretleri çok yetersiz. Yani asıl ihtiyaç sağlık meslek liseleri ve “ebe hemşireler” değil, ebelerin doğru istihdamı, lisans ve lisansüstü düzeylerde eğitim olanaklarının arttırılması...


Sağlık Bakanlığı gebe takibi konusunda samimiyse eğer bu da bir başlangıç diye düşünülebilir.


Sonuç olarak…

“Sezaryen oranlarının özel sektörde yüzde 75’e geldiğini görmek ve bunun hızla artmasına ses çıkartmamak, kale almamak... OHSAD buradaki duruşunu devam ettirirse, o zaman sezaryen oranıyla paralel kadro sistematiğini önümüzdeki dönemde masamıza alacağız. 75’ten 65’e indiysen gel oturalım. 65’ten 55’e indiysen gel oturalım” diyor Müezzinoğlu, lakin şunu da dikkate almanızı öneriyorum:

Doğum hastane, doktor ve teknoloji odaklı anlayışla sürdükçe normal doğum koşullarında iyileştirmeler olmadıkça kadınları normal doğuma yönlendirmek çok zor. İşe sezaryeni kötülemekten değil de “anne ve bebeğe saygılı doğum” anlayışını yaygınlaştırmaktan başlarsanız eğer yolunuzu bulmanız kolaylaşacaktır.


Hükmetme arzusu ve doğum…

Doğal doğum araştırmacısı ve cerrah Michel Odent’in “Sevginin Bilimselleştirilmesi” kitabında söylediği gibi: “Doğuma ve doğumdan sonraki ilk saatlerde anne ve bebeğe yapılan müdahalelerin sebebi 20. yüzyıl insanın kontrol manyaklığı. Doğum kontrol edilince insanın sevme kapasitesi de kontrol edilebiliyor. Hem doğaya hem de diğer insanlara hükmetme üzerine kurulan bir yaşam anlayışı doğumla başlıyor.”


Doğumu artık kadınlar ve ebeler konuşsa, siyasiler bu konuya çok da bulaşmasa daha sevimli değil mi?

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.