Sevinç ve Keder
Sabaha karşı saat 4’te suyum patladı. Uykumdan panikle uyandım. Sevgilimi uyandırdım. Bir taksi çağırdık ve sularımı akıta akıta hastaneye gittik. Hazırlıklıyız sanıyorduk. 41 haftadır bekliyorduk. Yine de elimiz ayağımıza dolandı... Dönmemişti ya bizim oğlan bir türlü; sezaryen olacaktım mecburen. En azından planlı olmasın diye didiniyordum.
“Oğlum geleceği günü kendi seçmeli, bizim ne haddimize onun rahatını bozmak” diyordum... Çok bozuktum bu duruma; bir şeyi yapamamışım, eksik yapmışım gibi hissediyordum... Duymuş olmalı beni. Geleceği zamanı kendi seçti... Uzay. Yağmur sonrası tazeliğinde yaz sonu günlerden biriydi.
İlk nefesini aldı. Kıpkırmızıydı, şişik şişikti yüzü gözü. Minik tırnakları uzamışlardı. Pek ihtiyar bir şeye benzettim ilk gördüğümde. Yine de onu tanıdığımı, sanki bütün hayatım boyunca onunla karşılaşacağım günü beklediğimi biliyordum. Öylesine bir tanıdıklık, öylesine bir kendiliğindelikle gelmişti işte. Katır kutur bir havluya sarılıydı. Ameliyat masasındaydım hâlâ. Yanağıma uzattılar. Yanaklarımız birbirine değdi.
Sonra ona karnımdayken hep söylediğim şarkıyı söylemeye başladım: “Günaydın bebek, yepyeni bir güne başladık seninle...” gözlerim yaş, elim kolum bağlı... Bembeyaz bir kokusu vardı evet. Buğulu, şekerli biraz, yeni kaynamış süt gibi, kaymak gibi... O anıyı, o kokuyu, o yanağın dokunuşunu aldım ve zihnimin en kuytu, en korunaklı köşesine mıhladım.
Artık ben o anıyım; o anı da ben.
** ** ** ** ** ** *
Çokluk senindir…
Şimdi benim bu anıya dönüşmemin üstünden geçen 3. senenin devir günü...
Turgut Uyar kimi kastederek yazdı bu şiiri bilmem ama benim için Uzay doğduktan sonraki günleri anlatabileceğim en güzel kelimeler bunlar:
Özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
Özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir
Suya giden bir adam mesela omzunu eğri tutsa
Güneş, su ve adamın omzundaki eğrilik senindir
Ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
Kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir
Kararan dünya yeni bir güle bir ateş parçasıdır
Bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir
Bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
Ben bilirim sen de bilki aydınlık senindir
Benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
Senin suyunun bıraktığı güçler artık senindir
Çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
Her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir
Senindir ey sonsuz veren ne varsa hayat gibi
Tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir
Ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
Aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir...
** ** ** ** **
Genç ölmek
İşte böyle bir romantizmle geldi annelik benim için. Kurdun, kuşun, ağacın, nefesin, toprağın, canın kıymetini bildirerek ve bende ne var ne yoksa en gönüllü halimle önüne serebileceğime dair bir hisle geldi...
Böyle bir romantizm yanında tam tersini de getirerek, endişeyle, acıyla, korkuyla da geldi...
Şimdi. İçinden geçtiğimiz bu gri yazın sonunda, gencecik canların kayıpları her gün manşetleri süslerken içimde tüm annelerin acısı var...
Anne olmak dünyanın tüm annelerini ve çocuklarını içinde taşımak demek benim için...
Öyle ağır, öyle kıymetli bir yük...
Medeni Yıldırım -18
Ali İsmail Korkmaz – 19
Mehmet Ayvalıtaş – 20
Abdullah Cömert – 22
Ethem Sarısülük – 26
Mustafa Sarı -27
Ahmet Atakan – 22 yaşlarında öldüler bu ülkede... Kafalarına gaz fişeği isabet etti, ya da bir sokak kenarında kıstırılıp dövüldüler. B.E. 14 yaşında hâlâ komada...
“Elbet bir bildiği vardı bu çocukların; yoksa kolay değil genç yaşta ölmek!”
Söz biter.
YORUMLAR