Sanal albümler: olmalı mı olmamalı mı?
Facebook’un kuruluşunun 9. yılında artık her yeni doğan bebeğin hastanede annesinin kucağıyla tanışmasından itibaren yaratılmış bir fotoğraf albümü var. Genellikle birkaç fotoğraflık değil bu albümler. Doğduğu günden başlayan, ilk emeklemeleri, ilk yüzmesi, ilk karpuz yemesi, okula gittiği ilk gün ve daha onlarca, yüzlerce fotoğraf (ilkler bitse de fotoğraflar bitmiyor) 1 milyar 150 milyon kullanıcısı olan bir siteye yükleniyor... Sadece Facebook değil elbette; Instagram (fotoğraf paylaşım sitesi), blog yazıları vs. derken henüz kendileri klavye kullanacak olgunluğa erişmeden ciddi bir dijital veri yüklüyoruz çocuklarımız hakkında.
“Bunda ne sakınca var?” diye sorabilirsiniz. Sakıncalar birkaç boyutlu. Çocuklarımızın gelecekte anonim olma şanslarını yitirmeleri bunun ilk sakıncası bana kalırsa. Şimdi bile işe alımlarda, devletle ilgili mevzularda, araştırma soruşturmaların tamamında sosyal paylaşım siteleri referans alınırken bundan 10 yıl sonra bunların kapladığı yerin daha az olacağını iddia edebilir miyiz?
Kızınız ya da oğlunuz ilk flörtünü yaşayacağı, ergenliğin (zaten) dalgalı denizlerinde çıplak bebeklik fotoğraflarının halka açık bir ortamda sunulmasından hoşlanacak mı? Bu fotoğraflar arkadaşınızın ve arkadaşının arkadaşları tarafından “beğenildiğinde” ya da başka ortamlarda paylaşıldığında bakan gözlerin hangi niyete sahip olduğunu denetleyebilecek misiniz?
Seneler içinde biriken bu fotoğraflar çocuğunuzun en yakın çevresini, nerelere gidip nasıl bir hayat yaşadığını ortaya koyacak. Bunu yapan siz de olmayabilirsiniz işin kötüsü. “Arkadaşını etiketle” uygulaması sayesinde artık siz istemeseniz de birileri sizi gönlünce etiketleyebiliyor fotoğraflarınızdan.
Google Glass diye yeni bir alet var. Belki biliyorsunuz. Basit bir gözlüğe benzeyen bu alet gördüğünüz şeyin özelliklerini camından size yansıtabiliyor; fotoğraf ve video çekebiliyor, bir dilden bir dile tercüme yapabiliyor, navigasyon işlevi var ve daha var da var...
2011 yılında keşfedilen “yüz tanıma” aplikasyonlarını ve bu aleti yan yana koyarsanız, üstüne üstlük çocuğunuzun bütün geçmişini yüklediğiniz sanal albümleri de hesaba katarsanız, bundan 10 yıl sonra sokakta yürüyen ve Google Glass kullanan herhangi biri tarafından “yüzüne bakılan” çocuğunuzun bütün kişisel bilgilerinin camın ekranına yansıyacağını düşünmek bilimkurgusal bir senaryo olmaz bana kalırsa. Paranoyakça mı geldi? Bundan 10 yıl önce bir internet sitesinden hayatınıza girmiş çıkmış herkesin sizi izleyebileceği fikrini de paranoyakça bulmuştunuz?
Geçen gün Amerikalı web stratejisti bir karı-kocanın yazdığı ilginç bir yazıya denk geldim. Kızları doğduğu gün onun adı ve soyadını taşıyan web sayfasını satın aldıklarını, adına tüm sosyal mecralarda sayfalar açtıklarını ve lakin şimdiye kadar hiçbir şey paylaşmadıklarını yazmışlar. Çocuklarının halka açık bir özgeçmişini yaratmaktan sakınmanın ötesinde “Data Mining-Veri Madenciliği” de denen bir sistemden korunmasından bahsediyorlar.
Sosyal paylaşım siteleri, küçücük yazılmış kullanım koşullarıyla onlarla paylaştığımız bilgileri daha başka kimlerle paylaştıkları hakkındaki bilgileri sık sık yeniliyor ve bu bilgi havuzunun çapını büyütüyorlar. Biz ise evimizde, sehpanın üstünde duracak bir albüm yaparmış gibi günbegün bu bilgileri artırıyoruz. Lakin henüz bilmiyoruz: “Dijital çağın içine doğan çocukları nasıl bir gelecek bekliyor? Bu yaptıklarımız onların yararına mı yoksa zararına mı işleyecek? Mark Zuckerberg ve arkadaşları cüzdanlarını doldururken çocuklarımızı kimlerin hedefi haline getiriyoruz?..”
Bu soruların üzerine düşünmekte fayda var.
YORUMLAR