Oyuncu bir anne misiniz?
Anneliği kariyer haline getiren ilk nesil bizimki… Garip ama gerçek. Biz böyleyiz. Çok okumuş çok sınavlara girmiş, kariyerler yapmış, ve sonra bunlardan da rahatlıkla vaz geçebilmiş bir kadın neslinin anne olma zamanı geldiği için böyle oldu sanırım. Yaptığımız her şeyi dibine kadar yapmak, okuduğumuz 10 cümleden birini hayati bilgi taşıyan mesaj olarak altını çizmek üzere yetiştirildik belki de. Nerden girdim nereye bağlayacağım şimdi. Bir kitap dikkatimi çekti geçenlerde; ismi “Oyuncu Anne”: Çocuğuyla nitelikli zaman geçirmek isteyen annelere rehber kitap, yazanı Şermin Çarkacı. 3 çocuk annesi, reklamcı bir kadın. Reklamcı demek “çok çalışan insan demektir” bizim evde de olduğu için biliyorum. Hem 3 çocuk annesi, hem reklamcı olup hem de kitap yazan kadın neler yazmıştır diye merak ettim sonuçta… Altını çizdiğim ilk hayati cümle şu oldu:
“Hangi zaman çocuğunla geçirdiğin zamandan daha kıymetli olabilir ki?” sonra da şöyle devam ediyor Şermin
“İşte bir toplantım olsa ona hazırlanırım, toplantılarda günlük yaşamındaki saçmalıkları yapmam ve katılamayacak olursam telafi ederim. Çocuklarla geçirdiğim zamanım neden böyle olmasın ki?”
Bizim Annelerimiz
Bizim annelerimiz mesela; hep meşguldüler. Evde ya da dışarıda çalışmaları fark etmiyordu. Bizim annelerimiz çocukları çok seven ama onlarla oynamayı sevmeyen ya da oynamaya vakti olmayan annelerdi. Çünkü evin her daim temiz ve pırıl pırıl olması, her gün sofrada üç çeşit yemek bulunması ve bunlardan arta kalan zamanlarda da anneler arası çaylı ve kısırlı toplantılar yapılması gerekiyordu. Anneler annelerle, çocuklar çocuklarla olurdu o zamanlar. Ayrıca bizim sokakta oynama şansımız vardı. O zaman şehir mi daha az kalabalıktı, mahalleler mi daha sıkı fıkıydı bilmiyorum ama karşı apartmandaki arkadaşlarıma gider gelirdim ben. Hem ben epey şanslıydım çünkü bütün boş vakitlerimiz anneannemin yaşadığı iki katlı ev ve onun bahçesinde geçerdi. Benim ve tüm kuzenlerimin. Şimdi bizim çocuklarımızda bunlardan hiç biri yok.
Uzay’ın mesela, kardeşi yok, yaşıtı kuzeni yok, apartmanda arkadaşı yok, bahçeye tek başına inme şansı yok. Çocuğun evdeki tek şansı dört duvar arası; tek arkadaşları ben ya da babası. Hepimiz birden eve vardığımızda akşam olmuş oluyor. Elimize kalıyor yemek ve yatak hazırlıkları dışında olsa olsa iki saat. E, günde iki saat anne- babalık ettiğimiz çocuğu da odasında kendi kendine oynasın diye mi yollayalım… Bizim neslin anne- babalı- çocuklu ailelerinde durum aşağı yukarı böyle…
Biz ve çocuklarımız
Şermin diyor ki: “Şu işimi yapayım da öyle ilgilenirim çocuklarımla” demek yerine “Çocuklarımla ilgileneyim de öyle yaparım evin işini” demeyi tercih ettim."
Vaziyet bu, aksi halde o gün bitiyor ve o çocukla hiç vakit geçirilmemiş oluyor. Değer mi? Sanmam. Çocuklar çok çabuk büyüyor, evler ise her gün toplasanız her gün dağınıklar; bir şey değişmiyor. Diyelim ki bıraktık toplamayı derlemeyi, haydi bir gayret oyuna girelim dedik; bilmediğimiz bir şey var: “Nasıl oyun oynayacağız?” Oyun oynamayı bilmediği için çocuğunun odasını oyuncakçı dükkanına çeviren, çocukla geçireceği zamanı TL’leri saçarak kompanse edebileceğini sanan ebeveynler de yok değil. Bizim yetişkin kafalar realite sanılan kurgularla o kadar dolu ki (siyaset olur, borsa olur, geçmişin ve geleceğin herhangi hayaletleri olur) çocukla oyun oynamak (ki bu burada ve bu anda olabilmeyi, kendini bırakabilmeyi ve oyunla dolabilmeyi gerektirir) bize zor…
İşte burada Şermin’in önerileri giriyor devreye ve bir yetişkin çocuklarıyla nasıl sıkılmadan oynar ve hatta ne oynar konusunda rehberlik ediyor… Aslında kendinizi çocuğunuza tamamen teslim etseniz o sizi oynatmanın (eğitmenin) yolunu bulur ama okumadan anlamıyoruz ya hani… Bir de kitabın bir sosyal sorumluluk misyonu var: satış geliri Koruncuk, Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’na bağışlanıyor. Bence alın.
YORUMLAR