Montessori ile geçen 3 yıl
Bundan 3 sene önce, Uzay yeni yeni üç yaşına basacak ve okul hayatı başlayacakken az düşünüp iyi bir seçim yaptım. Uzay'ın okulundan bahsediyorum. O zaman şimdiki kadar kaygılı değildim eğitim sistemi hakkında. Bir okulla görüştüm. O okulu seçtim. İkinci bir yere bakmadım bile. İlk görüşmemi yaptığım kişi okulun müdire hanımıydı. Gözlerinin içi gülen, yaptığı işi sevgi ve gururla anlatan, "Bu kadın bir işi yapıyorsa iyi yapıyordur" hissi veren biriydi. Yanılmadım.
Uzay o günden itibaren hayatının yarısına tekabül eden 3 koca seneyi o okulda geçirdi. Şimdi, ayrılık vakti yaklaşırken, "iyi ki" diyorum... Başka bir şey demiyorum. Uzay'ın gittiği anaokulunun bir kaç özelliği onu diğer okullardan net olarak ayırıyor. Bir kere bu okulun bir patronu yoktur. Kimse kar etsin diye kurulmamıştır. Çocuklarına diledikleri gibi bir okul bulamayan gayretli ve inançlı velilerin üstün çabaları sayesinde kurulmuştur. Bir "veli inisiyatifi"dir. Bahçede yapılacak yeni işler varsa, okulun buzdolabı bozulduysa vs. veliler toplaşıp hallederler. Bütün velileri içine alan bir okul aile birliği gibi düşünün.
İkincisi bu okul bir Montessori okuludur. Montessori bundan 100 yıl önce bir çocuk doktoru tarafından keşfedilen, çocuğun, kontrollü bir çevrede bulunmasını, öğretmeni "öğreten" değil gözlemleyen olarak konumlandıran, çocuğun kendi temposunun, kararlarının ve kendini ifade etmesinin merkezde olduğu bir sistemdir. Karma yaş gruplarında geçirirler günü. Küçükler büyüklerden öğrenir, büyükler küçüklere öğretmenin zevkini alır.
Bu okulda neler yok?
Bundan iki sene önce bu konuda yazdığım bir yazıda Uzay'ın okulunda neler olmadığını sıralamıştım:
* Uzay’ın okulunda diğer okullardan farklı olarak “ders” yok. Yani bir öğretmen sınıfa girip “Haydi çocuklar şimdi şunu öğreniyoruz, şimdi şarkı zamanı, şimdi boyama zamanı” demiyor… Çocuklar, onların seçmesine imkan tanımak üzere hazırlanmış olan sınıfta, kendi boylarındaki raflarda duran çalışmalardan hangisini isterlerse onu yapıyorlar…
* Uzay bazen eve şortunu ters giymiş, sağ ayakkabısı solda, sol ayakkabısı sağda gelebiliyor… Çünkü okulda ona “Gel sen yapamazsın daha küçüksün, ben seni giydireyim” diyen birileri yok… Kendi kendine giyinebiliyor ve bunu yapabildiği her seferinde kendiyle gurur duyuyor...
* Uzay’ın okulundan eve gelen “Çocuğunuz bugün 3 kaşık pilav, 2 kaşık çorba, yarım tabak mercimek yedi” gibi bir raporlama sistemi yok. Çünkü çocuğun özerkliğini kazanmasındaki en önemli adımlardan biri olan kendi beslenmesinde söz sahibi olma hakkı var. Öğretmenleri yemeyen çocukların ağzına “illa da bir kaşık daha ye” diye yemek sokuşturmuyorlar…
* Okulda tablet, TV, yanar - dönerli, sesli oyuncak yok…
* Duvarlarda çizgi kahramanların posterleri, aşırı renkli, uyaranlı hiç bir dekorasyon unsuru yok.
Bana kalan
3 senenin sonunda elimde olan ise şu: Dondurma tezgahının önünde kendi siparişini veren bir çocuk. Tekerlekli sandalyedeki diğer çocukları görünce "Herkesin hayatı, yüzü, yürüyüşü farklıdır" diyebilen bir çocuk. Sokakta, aile içinde, sosyal ortamların tümünde kendini yetişkinlerden eksik ya da az ya da hiyerarşik olarak aşağıda hissetmeden ifade edebilen, sohbetlere katılan, kendine yer edinebilen bir çocuk. Toprakla oynayan, böceklere karşı şefkat duyan, yaşamın her türlüsüne saygı göstermenin hayatın en önemli kuralı olduğunu algılayan bir çocuk. Bir de benim açımdan bakarsak: süper arkadaşlar. Çocuklarını benimkilere benzeyen hassasiyette büyüten, geniş yürekli, okuyan, merak eden velilerden oluşan koca bir aile... Çok teşekkürler hepinize. Şahane üç seneydi.
Son olarak: Ağustos ayında Montessori eğitmeni olmak isteyenler için bir kurs düzenleniyor; hem çocuğun merkezde olduğu bu sistemi öğrenmek ve içselleştirmek isteyenler için, hem de bunu bir meslek olarak uygulamak isteyenler için iyi bir fırsat... Detaylar için buraya.
YORUMLAR