Avokado ve kinoalı çıkmaz...
Temiz beslenme son yılların yükselen konusu. Dünyanı çeşitli ülkelerinden çok sayıda insan, kilo vermek istesin ya da istemesinler; mevcut gıda sistemiyle ilgili kuşkulara sahip. Modern gıda anlayışının sonucu olan, giderek artan hastalıklardan korkuyoruz; en başta kanser, tip2 diyabet, obezite, kardiyovasküler hastalıklar ve hatta Alzheimer. Bu korku elbette sağlığa ve iyi gıdaya dair bir arayışı tetikliyor. Sosyal medya, internet yayıncılığı, dünyada en çok satan kitapların çoğu temiz beslenme konusuna kafa yoruyor; bunu içerik üretme amacıyla kullanan; takip eden, uygulamak isteyen ya da uygulayan milyonlarca insan var; niyetimiz iyi de konuyu yanlış anlamış olabilir miyiz acaba diye merak ediyorum.
“3 günlük sıvı detoksu yapıyorum...”, “Glütensiz besleniyorum...”, “Günde 3 avokadonun üzerine kinoa koyup, limon sıkıp yiyorum...” diyen insanlar geometrik olarak artmıyorlar mı?
Benim arkadaş grubumda her daim yeni denemeler var örneğin. X kişisi mesela, haziranın başında buluştuğumuzda şeker tüketmiyordu; temmuzda görüştük et yemeyi bırakmış; hep beraber gittiğimiz tatile avokado stoğuyla gelen oldu; abur cubur ihtiyacı için yanında chia tohumundan protein barlar taşıyan da...
Hindistan cevizi yağı hüsranı
Yükselen, yok satan, alçalan, tarih olan gıdalar var hayatımızda. Bir ara mesela, yurtdışına çıkan herkese Hindistan cevizi yağı sipariş ettik; hem yemeklerde hem makyaj temizlemekte kullanılacağına ikna olmuştuk topyekün. Bir kaç sene çıldırdık Hindistan cevizi yağına. Birileri iyi bir pazarlama taktiği bulmuştu; biz de yuttuk. Sonra araştırmalar yapıldı; kolesterolü yükselttiğinden başka sağlığa ekstra bir etkisi bulunamadı. E hani süper gıdaydı? Avokado, kinoa, papayalıdetoks suyu... Ne bu topraklara, ne damak tadımıza herhangi bir yakınlığı bulunmayan adına süper gıda denen bu yenilikler bir anda instagram dünyasını domine etmeye başladı. Sonra?
Tavuk satın alıp yemediğim yıllar oldu; şekeri öcü ilan ettik (ki bu konuda haksız değiliz); endüstriyel et üretimi ile ilgili bir kaç belgeselden sonra vejeteryanlığa meyil ettim; bu arada salamı sucuğu toptan kestim, çocuğum süt istediğinde içimden hep “keşke içmese” dedim... Geriye ne kaldı? Sevgili bulgur! Bulguru seviyorum. Domates katsan oluyor; kısır yapsan oluyor, yoğurtla yesen, etle pilav yapsan oluyor... Yaşasın bulgur (mümkünse siyez olsun)...
Sonuç olarak ağzımızın tadı kalmadı
Arkadaşlar toplanıp kebap ve mezeye vuramıyoruz kendimizi artık. Suçlu hissediyoruz. Temiz yemeliyiz, gerçek gıda yemeliyiz biliyoruz. Benim önüme köfte gelse, bu etin sahibi koyun nasıl bir hayat yaşamıştı acaba diye düşünmekten yiyemiyorum. Hem köfte fotojenik de değil. O zaman nohut ununda yapılma ekşi mayalı ev ekmeğimin üzerine bir dilim avokado koyup yiyeyim... Isırmadan önce instagrama da koyarım hem; diye düşünüyorum... (İnstagramda cleaneating hashtag’i altında 32 milyondan fazla gönderi var; demek ki sağlıklı beslenmenin krallığı instagram.)
Şaka bir yana; her yanı zehire bulanmış bir dünyada iyi gıda peşine düşmek zorunluluğu insanın kendine ettiği en büyük zulümlerden biri. Önce toprağı tüm besin öğelerini tüketecek şekilde işlemenin yolunu buluyoruz (böcek ilaçları, yabani ot ilaçları, monokültür tarım) gibi; senelerce toprağı soysuzlaştırıp bu arada toprağın bu besinsiz yeni halinde yetişecek bitkiler icat edip (GDO), inek ve tavukları korkunç koşullarda yaşatıp onların ölüsünü yiyoruz, endüstri atıklarıyla zehirlediğimiz nehirlerin suladığı topraklar yetişen antibiyotikli patlıcanlar da bizim (ya da içinde yaşamayı kabul ettiğimiz sistemin diyelim) eserimiz... Sonra da neden bu kadar çok hastalık var; neden gıdamız artık şifa değil diye düşünmeye başlayarak çareyi Güney Amerika’da yetişen tohumları tüketmekte buluyoruz. Demezler mi be kardeşim sen kendi toprağına, onda yetişen binlerce yıllık buğdayın tohumuna, zeytine, cevize ne kadar kıymet verdin ki binlerce kilometre öteden gelen kinoadan fayda bekliyorsun diye?
Kendimce bulduğum çözüme geleyim. Beyaz peynir durdukça vegan olamayacağımdan eminim; üç öğün kinoayla beslenme fikri sinirimi bozuyor; günde bir paket çikolata yiyordum bak ondan vaz geçtim; çayı kahveyi şekersiz içiyorum, canım tatlı istedi mi şeftali yiyorum. Hayvansal gıdaların üretimi ve hastalıklarla ilişkisi üzerine biraz okumaya başladığımdan beri haftada 5 değil en fazla 1 öğünde et tüketiyorum. Muhtemelen yanlış yaptığım birçok şey var ama şimdilik idare ediyorum. Bir de sigara içmesem 200 sene yaşamam garanti... (ahahahahah)
Bir kaç kaynak
Etliye sütlüye karışmayan kitap
Hayvan yeme fikrinin günlük hayatımdan uzaklaşmaya başladığını fark ettiğimden beri veganlık ve vejeteryanlık ile ilgili araştırıyorum. Doktor Murat Kınıkoğlu’nun yazdığı Vegan Beslenme Türkçe yazılmış en iyi kaynaklardan biri. Bu konudaki kaynaklar genellikle çeviri olduğu için hem bir vegan hem de tıp doktoru tarafından yazılmış olan kitap merak edenler için iyi bir kaynak. İçinde hayvansal besin tüketmezsek ne olur konusuna etik ve tıbbi açıdan bakarak verilmiş cevaplar da bu anlayışla uygulanacak bir beslenmede takip edilecek esaslar ve hatta tarifler de var. Oğlak yayınlarından...
Sema diyabete karşı
Sema Özpekmezci Sümeli tip 2 diyabet teşhisi aldıktan sonra beslenme konusunda guru olmaya karar vererek diyabeti yenen şahane bir kadın. Semanınsağlıklımutfağıinstagram hesabında ve HTHayat.com köşesinde iyi yemeklerini ve bilgilerini paylaşıyor. Bir yandan da bütünsel beslenme koçluğu eğitimi alıyor. Sağlıklı beslenme merakınız varsa Sema’yı takip etmenizi şiddetle öneririm. yazılarının linki şurada: http://hthayat.haberturk.com/yazar/sema-ozpekmezci-sumeli
YORUMLAR