Siz çocuğunuzu nasıl alırdınız?
Muhakkak ki dahi bir yönü olsun, en bir uyumlu, en bir başarılı, en bir sevecen, çalışkan, söz dinleyen, sevilen, atletik, matematik yönü kuvvetli, kendini iyi ifade edebilen, büyüklerinin yanında bacak bacak üstüne atmayan ama bunun yanında küçüklerini severken büyüklerini sayan, bir hayli yaratıcı, ev işlerinde yardımcı, kendi yatağını toplayan, şeker, çikolata yemeyen, ekran düşkünlüğü olmayan, bolca kitap okuyan, öğretmenini gıkı çıkmadan dinleyen, adaletsizliğe tahammülü olmayan ama adalet arayışı içinde aktivizme de soyunmayan, okuyan, aşık olup evlenen, size mini mini torunlar üreten bir çocuk versek ne dersiniz?
Sevinirsiniz değil mi? Peki ya eksik kaldıysa bir şeyleri... Mesela başarılı olma uğrunda yoluna çıkanların üstüne basıp geçiyorsa, matematik problemlerini yaparken bir yandan tırnaklarını kemiriyorsa, söz dinleme mecburiyeti yüzünden kendi iç sesini duyamıyorsa ne olacak dersiniz?
Çok söyledim değil mi, ne dediğim de anlaşılmadı pek. Aslında bir kitaptan yola çıkarak yazdım bunu. Kitabın adı Balık Çorbası. Biraz da kendimden ve Uzay'dan. Şöyle diyeyim. Kitabı aldım; sağıma soluma baktım; bizim nesle, bizim neslin anne babalarına, bizim neslin çocuklarına baktım... Döndüm kendime baktım, Uzay'a baktım, bir de babasına... Sonra dönüp bir daha kendime baktım; ama bu sefer yeni anne olmuş halime, bundan 7 sene öncesine baktım. Anne baba olmanın ilk seneleri fiziksel zorluksa sonraki seneleri varoluşsal zorluklar. İlk seneler derdin uykusuzluksa sonraki seneler hep dönüp kendine bakmakla ilgili; "Ben nasıl biriyim, eşim nasıl biri, bizim nasıl bir ilişkimiz var, bizden olan nasıl olacak?" sorusunu sormakla ilgili.
İki hafta önce bu dünyadan göçen Ursula K. Le Guin'in "Balık Çorbası" isimli kitabı da biraz bu konularla ilgili.
2010 yılında Elma Çocuk tarafından yayınlanan kitap resimli olduğu için çocuk kitapları kategorisine uygun görülse de bence bu yetişkinler için yazılmış bir kısa hikaye; yetişkinin de ebeveyn olanı için diyelim hatta... Çünkü:
Hikayenin iki yetişkin kahramanı var. Yazan kadın ve düşünen adam. Yazan kadın dağınık evinde kanatlı fareleri ve kedileriyle yaşar; yazmaktan yorulduğu zamanlar, karnı da acıkmışsa özellikle düşünen adamın evine ziyarete gider. Düşünen adam derli toplu, pırıl pırıl evinde yemek pişirir. (Bunları duyunca aklınıza bir aşk ilişkisi geldi mi? Benim gelmiyor. Mesafeli bir arkadaşlık ilişkisine benziyor bu cümleler.) Yazan kadın ve düşünen adam bir gün bir öğle yemeği sırasında çocukları olsa güzel olacağını konuşurlar. (Aralarında dostluktan öte bir şey olmalı hissi burada geliyor evet.)
Düşünen adamın çocuk tahayyülünde onlar meşgulken evleri arasında gidip gelecek, mesajları ulaştırma işine yarayacak, koşarken etekleri dalgalanan, ayakkabıları ışıldayan bir kız çocuğu hayal etti..
Yazan kadın ise bir oğlan çocuğunun onlar için daha faydalı olacağına hükmetmişti. Balık tutan bir oğlan çocuğu olsa yeterince balık çorbaları da olurdu belki.
Enerji düşünceyi izler; en azından kitaplardaki kesin kural bu... Önce kırmızı bir elbise ve ayakkabılar peyda oldu adamın ve kadını dünyasında; içinde olması gereken kız çocuğu nedense yoktu; sonra da elinde oltasıyla bir oğlan çocuğu... Oğlan çocuğu balık tuttu hiç durmadan; büyüdü, büyüdü artık kapılardan sığmaz oldu; kız çocuğu ise sadece ışıldayan kırmızı bir elbise şeklinde dolanıp durdu... Birinden çok fazla şey beklenmişti; diğerinden ise neredeyse hiçbir şey...
Bu hikayeyi yazan kişi Ursula Le Guin olduğu için adam ve kadın yaptıkları yanlışın farkına vardılar. Oğlan çocuğu normal boyutlarına döndü, kız çocuğu ise elbisesinin içinde bir insana dönüştü...
Peki ya bizim en başta tasarladığımız bir çocuk vardı. Ona ne oldu?
Muhtemelen taleplerimiz fazla geldi ona; ya da az, çok iyi şarkı söyleyebildiğini göremedik bu tasarıların arasında; ya da gündüzleri değil geceleri daha iyi hissettiğini. Bir insanı olduğu kişi yapan herhangi bir detayını ya da... Beklentilerimiz onu görmemizi engelledi. Her halükarda kendini görünmez hissetti. Çünkü birini, özellikle de çok yakın ilişkide olduğun birini, yargısız, beklentisiz, üzerine alınmayarak, olduğu gibi algılamak kolay değil... Ve aslında anne baba olmanın en derindeki anlamı da bu. Orada olmak, olanı görmek, gördüğünü kabul etmek... Aksi halde "Balık Çorbası"....
YORUMLAR