Kadın Kadının Yurdudur


Kendi kuyruğunu yiyen yılan resmi gösterdi Filiz Telek...

Çemberde, oturmuştuk. 25 kadın. Birlikte.

Önceki zamanlarda farklı hallerini ve yoğunluklarını deneyimlediğim, kendimce aşina olduğum ve kadınlarla çalışmalarımda uyguladığım bir iletişim yöntemi: Çember.

Bildiğiniz geometrik şekil.

Bir yuvarlak oluşturacak şekilde oturmuş insanlar bütünü.

Herkes birbirini görecek ve merkeze aynı uzaklıkta olacak.

Demokrasi denen, günümüz illeti şu anda her ne ise, onun ortaya çıkış fikri. Amacından sapmamış hali belki. Peki çemberden sapılır mı?




4 günlük, yoğun bir çalışmaya gelmiştik. Çemberciliği öğrenmeye.

Filiz'in, çember pratiğiyle yıllar yıllar hemhal olmuş bir kadının davetiyle. Onun ortamının güven ile, rahatlık ile şeffaflık ile örüleceğini bilerek, buna çekilerek. Kendi adıma.

Çember.

Bir dünya.

Adabına uyarsan, hediyelerini alırsan, içgörüleri hediye kabul edersen büyük nimet. Bir yandan, o hediyeleri alabilmek için nelerden geçebilirsin. Olan her ne ise, olurken, ona izin vererek kendi özgün halinde kalabilir misin? Kalabilir miyim? Ne ki benim özgün halim?


Güvenli bir ortamda, bir çoğu, kendisiyle derinlemesine çalışan, o ve bu yöntem ile, hayatın manasını arayan kadınlarla, kızlardeşlerle bir arada geçecek 4 yoğun güne, hazır mısın? Hazır mıyım?

Hazırdım kendimce.


Sondan başlayayım.

Kendime dair kazandığım içgörülerden.

Çemberin bana öğretisinden başlayayım.


Bir kere, kendime, her daim en parlak yönlerimi görebilmem ve karanlığıma neredeyse hiç temas etmemem için örülmüş bir hayat düzenini pek başarıyla kurmuşum. Ne güzel. Ne kolay, aydınlık olanı parlatmak... Ya ötesi?

O derinliğin, o ali-cenaplığın, sükunetin ötesi, hani Damla?

İşte oradan içeri bir güzel ayna oldu kadınlar. Bacılar. Benim son dakikada, ağzımdan kaçmak suretiyle icat edivermiş bulunduğum kavramla "ele-bacılar"...



Kendi kurduğum alanlarda ne kadar müşfik, ne kadar anlayışlı, ne kadar kapsayıcı olabiliyorum, ne şahaneyim değil mi? Değil.

Peki benim kurmadığım alanlarda nasılım?

Baya kıl bir tipim. Gördüm.

Kimi kınıyorsam, onun aynasında gördüğüm kendime tahammül edemiyorum, biliyorum.


Yakınlık kurmaktan imtina eden; her şeyin dümdüz olmasını talep eden, ortalamalıkta ısrar eden, belli duyguları kapsama kapasitemin yanında belli duygulara değmekte bile zorlanan beni gördüm.

Tek tip insan seviyorum belli ki; (fazla gösterişli olmasın, fazla baskın olmasın, fazla çekinik olmasın, yüksek sesle konuşmasın, parfüm kullanmasın, talepkar olmasın, bir duygunun içine girip de orada kaybolmasın, aşırı coşkulu olmasın) dümdüz olsun istiyorum işte...


Ahahahahahahahaha. (Burada kendime bir nanik çekme gereği duyuyorum.)


Oh be!


İçimdeki öğretmen arketipinin karanlık yanını,

İçimdeki anne arketipinin karanlık yanını,

İçimdeki yardımsever arketipinin karanlık yanını gördüm...

Çemberde.


Ah!

İnsan kendini öteki insanda tanımazsa nerede tanır?

Kör noktalarımı bacıların ışığında aydınlatmazsam nerede aydınlatırım?

Bilmem.

İnsandan başka, eylemden başka yerde kendimi göremedim ben.


Şimdi, bundan sonrası için niyetim, sanırım ki Akrep burcunun ve Merkür'ün de geri gidişinin ve benim anlamlandırmam için fazla büyük olan bu evrenin şuraya azıcığını yazabildiğim kişisel karanlığıma tuttuğu ışığın da rehberliğinde, kendi karanlık yönlerimi kapsayabilmek...


Islah etme gereği duymadan, direnmeden, bir çekmecenin içine kapatıp arkamı dönüp, ıslık çalarak gitmeden kapsayabilmek. Kendimi. Olduğum gibi. Sevmediğim, bayılmadığım, hiç de parlak olmayan o yanlarımla. Kızan, yargılayan, boklayan... Sonra dönüp, neye kızdığıma bakıp, neyi bokladığımı, neyi yargıladığımı algılayıp kendimi oralarımdan öpen halimle. Ben. Yapabilir miyim?


Bilmem.

Buna doğru yönelebilirim.

Biliyorum.


İnsanın kendi sınırlarını (haddini) algılaması üzerine tefekkür ediyorum bir zamandır. İşte bunlar benim görmek istemediğim haddim. Kendi sınırlarımı algılarsam ancak, sınırsızlıkla samimi bir ilişkiye geçebileceğimi düşünüyorum. Kendimce.


İşte bu, bu çemberin bana kattığı büyük hediye.


Sadece bu değil elbet. Çünkü çember de, hayatın her farklı ölçeği, alanı, tezahürü gibi, sadece karanlıktan değil, aydınlıktan da besleniyor.


Ele-bacılık, işte o aydınlık.

Filiz: Kadınlar şifadır, diyor.

Öyle.

Çünkü her birimiz, ötekisinin bir haliyiz.

Hiç bir halimizle yalnız değiliz.


Yasımızla, öfkemizle, üzüntümüzle, aşkımızla, sevdamızla, fantazilerimizle, sıkıştığımız ve zenginleştiğimiz yerlerimizle, dar ve bol olduğumuz dönemlerimizle, saflık ve erginlenme hallerimizle, düştüğümüz tuzaklarla ve çıktığımız çözümlerle, doğurduklarımız ve doğuramadıklarımızla birlikteyiz.


Çemberde.

Aslı hayat olan, bu koca döngünün içinde.

Büyük dişinin her biri kendine has, her biri biricik ve hep beraber bir haliyiz.

Çünkü kalp kalbe, diz dize oturulunca, hakiki sesimizle konuşunca var, kabul edilmeyecek hiç bir düşüncemiz, duygumuz, oluşumuz yok...

Çünkü kadınlar bir araya gelince, biz baya yüksek bir yaratım enerjisi doğuruyoruz.

Kendimizi, birbirimizi, üzerinde yaşadığımız kadim toprakları şifalandırmaya, aydınlatmaya, köklendirmeye gitmemizin yollarını açıyoruz. Tuğla tuğla, diziyoruz, yuvamızı yeniden.


İşte o yüzden:

Kadın kadının yurdudur!


Sağolsun Elebacılar!

Sağ olsun, çemberi ihlal etmeme, bohçamda getirdiğim her biri ayrı bir renk türlü türlü enerjiye, Damla'lığa rağmen beni orada dört gün tutan alan.

Sağ olsun Filiz Telek!

Çember aslında ne mi?

Onu da ayrıca, soranlara, masallara gelenlere, çemberi merak edenlere anlatırım. Bundan sonra, anlatırım, hep... Çemberi içime alana dek...

Haydi, koşalım madem :)








YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir ❤❤
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.