Yanlış iliklenmiş gömlek düğmesi…
Yalnızca aptallar aynı hatayı iki kez yaparmış.
Daha çocukluktan aklımıza kazınan bu söz ve daha birçok deyiş, bize hep hatalarımızdan ders çıkarmamız gerektiğini, öğrenerek büyümeyi, hataları fark edip tekrarlamamamız gerektiğini öğütler durur.
Ama insanlık hali bu, evdeki hesabını çarşıya uyduramayan, imamın yaptığını değil, dediğini yapmamız gereken bir türüz.
Doğrulukla ilgili pek çok şeyi ezbere biliriz ama yine de bilemeyiz bazen ne yaptığımızı, yapacağımızı…
Aslında bize nasıl olmamız gerektiğini söyleyen her şey, doğal işleyişleri örnek alır kendine. Akıp yolunu bulan nehirler, kopmadan önce ortalığı sessizliğe bürüyen fırtınalar, her gün usanmadan doğan ve batan güneş, döngülerini saati saatine atlamayan ay…
Onlar gibi olmalıyız deriz hep kendi kendimize, her şeyin doğal akışı ve döngüsü iyidir, normaldir. Biz de bulmalıyız kendi akışımızı ve döngümüzü.
Ama insanın doğasında hata yapmak, hatta bir de biraz aptal olup hataları tekrarlamak var. Ya da evrilmeyi beceremeyip bozuvermişiz doğal döngülerimizin uyumlu akışını. Böyle bir şey mümkün mü? Neden şu dengeyi bir türlü tutturamıyoruz?
Zamanın da döngüselliğini unutup onun düz bir çizgiden ibaret olduğunu düşündüğümüzden belki. Bir hata yaptığımızda, onu düzeltmek için “geriye dönmek” gerektiğimizi sandığımızdan.
Hâlbuki bir spiral gibi hayatı saran zamanla başımız bu kadar dertte olmasa, uydurduğumuz o sayı doğrusunun üzerinde sürekli sıfırdan artılara gitmeye çalışmasak bu kadar bocalamayacağız. Bir hatayı, herhangi bir anda sahiplenip düzeltmeyi beceremeyişimizden, yanlış iliklenmiş gömlek düğmeleri gibi, hep bir sonraki ilmeği atlamış oluyoruz şimdi. Yanlış iliklenen o ilk düğme tekrar çözülüp doğru yere bağlanmadan düzelmeyecek o gömleğin önü, o iki yaka bir araya asla gelemeyecek.
Biz kendi zamanımızla barışmayı öğrendiğimizde, geriye dönerek değil, yalnızca yeni bir kapı açarak iç dünyamızda zaman yolculukları yapmayı başarabileceğiz. Biraz yavaşlamayı öğrendiğimizde, durup kendi sesimizi duymaya yeltendiğimizde, geride kaldığını sandığımız pek çok şeyden yararlanabileceğiz ve hatta onları değiştirebileceğiz.
Bir nehir tam da akması gerektiği gibi akarken, ormanda olup biten her şeyin farkındadır. Güneşin ne zaman batacağını, ayın ne zaman onu kabartacağını bilir. Bunu üzerine düşen yapraklar söyler ona, içinde kendi işlerine bakan balıklar, yağmurlar ve rüzgârlar söyler. Kendi çevresini bilir o, her şeyle uyum içindedir ve asla hata yapmaz.
Kendimize doğrudan doğayı örnek almayı hatırlamamız gerekiyor. Hayatın ve ölümün doğasını ancak böyle kabullenebilir ve onunla uyum içerisinde olabiliriz. Duygular, düşünceler ve binbir çeşit ilişkiyle etrafımız sarılıyken durup olması gerekenin ne olduğunu bize daima fısıldayan içimize dönebilmeliyiz. O zaman bir ev inşa eder gibi, her bir duvarı özenle örebilir, her adımı uyumlu atabiliriz belki.
Kırık tuğlalarla inşa edemeyeceğimiz evler gibi kırık kalplerin üzerine kuramayacağımız ilişkiler ve yanlış seçimlerle varamayacağımız hedefleri fark edip nerede hata yaptığımızı, nereden ders çıkaracağımızı bilip, sezgilerimizin bizi taşımasına izin verebiliriz.
O zaman bir gönül almak bu kadar kafa karıştırıcı olmayacak, bu kadar zor olmayacak ayağa kalkıp coşkuyla devam edebilmek ve kalan tüm düğmeleri de doğru ilikleyebilmek.
YORUMLAR