Hüzne övgü
Kimse, kendi mutluluğunu karşısına alıp kendisiye birkaç kadeh bir şey içecek vakti bulamamıştır bence. Mutluluk ve türevi haller öyle. Gelip içini ve dünyanı doldururken pek yüz yüze gelemiyor olsak gerek, zaman bile su gibi akıp geçebiliyor varlığında. Mutluluk ve coşku hali, bir barda kafa kafaya oturmaktan çok, kırlarda koşmaktan, beraber dans etmekten falan hoşlanabileceğiniz bir arkadaş olabilir en fazla. Optimizmi yerdiğim filan yok haşa, “ne anlamı var ki” deyip duran bir depresif bir android edasıyla yazılmadı bu yazı. Blues’u överken rock’n’roll’u yerecek değiliz ya!
Alt tarafı biraz Billie Holiday dinleyeyim dedim. Good Morning Hearthace şarkısında “Günaydın Kalp Ağrısı, oturmaz mıydın?” derken aklıma geldi. Ben de bir zamanlardan tanıdık bir hüznü davet etmişim eve günlerdir, ondan dolanıp durmuş şarkı dilime meğer!
Mutlulukla viski veya kahve içemezsin. Mutluluk seninle festival filmi izlemeye gelmez. Pastacının ya da dondurmacının önünde kaybediverirsin onu.
Ama hüzün, seninle yürüyüşe çıktığında asla elini bırakmaz.
Hüzünle istediğin kadar oturup dertleşebilir, eğleşebilirsin. Zamanla da derdi yoktur onun, su gibi akıp giden en fazla gözyaşların olabilir. Zaman değil. Hüzüne bir dondurma ısmarlamak istediğinde oturup ille de seninle paylaşmak ve kendi payını sakin sakin yemek ister. Evde dolaşan hüzün, şarkılar söyler durur ve senin de diline dolar onları.
Hoş mutluluğun da şarkı söylediği görülmüştür ama öyle en değişmez arşivinizden seçmez o şarkılarını. Popüler eğlenceli şarkılar daha çok onun tarzıdır… belki de o şarkıların popüler olmasını sağlayan şey de mutluluktur diyeceğim ama, duygularla yaratılan sanatın ve yaşamın insana neler ettiğine gider yazı, demiyorum.
İyi hissettiğinde başını kaldırıp etrafa baktığın –ve her ayrıntıda heyecanlandığın kadar, kötü hissettiğinde de gözünü diker bakarsın bir yere. Bu sabitlik ki beyin dalgalarını yavaşlatan, zihni meditasyona yaklaştıran…
Bu yavaşlığın vahşi benliğe daha yakın olduğunu da biliyoruz, sezgiler de daha kuvvetli, enerji daha dişil. Hüznün ışığını yayma işini Ay Hanım’a bırakmış olmaları tesadüf olamaz ya! Güneş mutluluğun resimlerinde parlayadursun, en hüzünlü şarkıları Ay söyletir hala.
O halde bir mahsuru yok değil mi? Hüznü de davet edebilirim evin içine. “Git başımdan!” diye bağırıp onu rencide etmektense oturup bir şeyler içebilirim kendisiyle. İşi bittiğinde, ya da başka işi çıktığında gidecek zaten.
Mutluluktan alacağım kadar yeni enerji katacak bana hem. Her ne kadar tanıdık gelse de, her defasında kendine yeni bir şeyler katarak geliyor hüzün. Ondan da öğrenecek çok şey, onunla da söylenecek çok şarkı var Ay’a bakıp.
Kısa bir tavsiye o zaman: Depresyon, hüzün ve buhranlar kapınızdan bir türlü gitmek bilmiyor mu? O zaman onları içeriye davet edin ve hemen biraz çay demleyin!
YORUMLAR