Yol hikayeleri: Nasıl teyze olunur
Bir evin mutfağına girince, o evde artık çok da misafir gibi hissetmemeye başlıyorum. Dolaptaki bardakların yerini öğrenince, bir çay demleyince hemen tanıdık oluyor o mutfak. Hele bir tencere bir şey kavurduysam, ahbap oluyoruz.
Çanakkale’de Ilgın’la Serhat’ın evindeyim. Uzay ve Gece’nin, bir de Gustav’ın evi aynı zamanda. Yazıyı yazmaya başladığım anda; Ilgın dinleniyor, Serhat Gustav’ı gezmeye çıkarmış, Uzay’la Gece uyuyor. Ben de mutfakta yemek yapıyorum bir yandan.
Oğlanlar doğduğundan beri, sekiz buçuk aydır Ilgın’la Serhat, çokça zorlanarak, sıkça eğlenerek; gece gündüz uğraşarak bir rutin oluşturmuşlar bu evde. Herkesin keyfi, mümkün olduğunca yerinde. Uzay’la Gece zaten inanılmaz. Biri gülmeye başlayınca, öbürü de gülmeye başlıyor espriyi tam anlamadan. Ama bazen biri ciyaklıyor, onu da yeni öğrenmişler, öbürü de bir süre sonra başlıyor söylenmeye.
Bebek bekleyen, doğurmuş, yeni hayatına adapte olmaya çalışan birçok kişiyle tanıştım. Çok şükür. Biri de annem. Ben 18 yaşındaydım Yiğit doğduğunda. O kadar çok ondan bahsediyorum ki, Uzay pırt yapsa, “ay Yiğit de aynı böyle yapardı ay şaşkoloz” diye saçmalıyorum. Doğumlarında yanlarında olduğum kadınları doğumdan sonra ziyaret ettiğimde her biri birbirinden farklı günlük rutinlere, uykusuzluklara, karışmış kafalara ve aşık suratlara şahit oluyorum. Oksitosin aynı zamanda aşk hormonu olarak biliniyor. Bir evde bebek, kedi, köpek olduğu zaman istesen de istemesen de oksitosin salgılıyorsun. 2 gündür uyumadın mı? Bebeğin dişi mi çıkıyor? Ortama kaos mu hakim? Evet, çok zor. Zor değil diyen bir tanesine bile rastlamadım. Ama aşk var. O kadar çok ki. Dikenine katlanamayan pek çıkmıyor. O minik insan bir gülücük atacak diye, onun karnı doyacak diye, paşa doğru düzgün kaka yapsın diye kırk takla atarken buluyorsun kendini. Bir süre sonra bu taklaları, bir trapezci ustalığıyla atmaya başlıyorsun haliyle.
Uzay Gece
Ilgın ve Serhat’la iki yıl önce röportaj yaparken dayanamayıp, çoluk çocuk niyetlerini sormuştum. Sorulmaz ya! İstiyoruz demişlerdi. Hatta Ilgın, “Özgürlüğe gelecek benim çocuğum, ne istiyorsa onu yapacak. Doğayı seven, bütünün parçası olduğuna inanan, kalbi aşkla çarpan, sevgi dolu, merhametli bir çocuğum olsun okuma yazma bilmese de olur” demişti. O gün Gezi Parkı’nda röportajı bitirip, çay içip sohbet ederken, bir gün bu evde beni ikiz oğlanları Uzay ve Gece ile karşılayacaklarını hayal edemezdik. Hiç yoktan çıkıp gelen bu iki velet, tam da annesinin ve babasının niyet ettikleri gibi, kalbi aşkla çarpan çocuklar oluverdiler. Sekiz buçuk aylık çocuğun neresinin aşkla çarptığını nereden bileceksin? Biliyorsun işte. Onlar öyle durup dururken gözünün içine bakıp o acayip bebek gülüşlerinden attığında hemen anlıyorsun nerde aşk var, nerde yok.
**
İkiz bebeklerin olduğu bir evde zamanın nasıl geçtiğini sadece ikiz ana-babaları bilebilir! Başladığım yazıyı bitirmek de, çok doğal bir şekilde, evden ayrıldıktan sonra nasip olabildi. Ilgın’ın yarım kalan banyolarını, Serhat’ın yarım kalan kahvelerini düşününce, o kadar da garip gelmiyor tabii.
Bu evde planladığımdan çok daha uzun süre kaldım. Kendine özgü bu evrene ilk fırsatta geri dönmek üzere hepsine sarılıp tekrardan yola koyuldum. O nasıl geçtiğini anlamadığım zaman boyunca nasıl bir teyzelik işlemişse içime, şimdi Ilgın’la Serhat’tan sürekli çocukların fotoğraflarını çekip yollamalarını filan istiyorum.
Mutfağından girdiğim bu evden, ‘ikizlerin teyzesi’ olarak, kahkahalarla ayrılıyorum.
YORUMLAR