Çekoslovakyalılaştırabil-diklerimizden misiniz?
Doğru sorularla kavuşum çok önemli. Bize hizmet etmeyen yollara, hâllere, düşüncelere sapma sebebimiz, çoğunlukla, işe yanlış sorularla başlamamız. Soru müthiş bir yön vericidir ve doğru sorular harika patikalar açıverirler önümüzde. Bir sürüsü ise boşa düşündürür, konuşturur.
Ve bu, edilgen olduğumuz bir durum olmak zorunda değil. İşime yaramayacak, bana ve bütüne hizmet etmeyecek sorularla karşılaşabilirim elbette ama bu soruları nasıl karşılayacağım yine benim işim. Yaşamımın tamamen değiştiği 2012 yılında tanıştığım Shilpa'dan duyduğum harika bir yöntem vardı mesela; pek kullanmamış olsam da...
Demişti ki “Üstüne konuşmak istemediğim, anlamsız/gereksiz vs. bulduğum bir soruyla karşılaştığımda, o soruya cevap vermektense şöyle diyorum: 'Ben başka bir soruya cevap vereyim.'”
Basit bir örnek üzerinden açalım:
Soru - Eeee işi gücü bıraktın; nasıl geçinecek, faturaları nasıl ödeyeceksin?
Cevap - Ben asıl şu soruya cevap vermek isterim: Yaşamda beni heyecanlandıran, coşkulandıran şeyler neler ve bu konularda ne gibi niyetlerim var? Mesela (...)
Gelen sıradan bir soruyu, hayallerimi paylaşmak üzere bir fırsata çevirmenin basit ve güzel bir örneği işte. Ha, bunu yapamıyorsam bile, benim için -o an- anlamı olmayan bir soru geldiğinde pekâlâ “Şu an bunu cevaplama isteğim yok” vari bir cevap vermem de mümkün. Gevelemekten ve isteksizce, laf olsun diye cevap vermekten çok daha iyidir!
Uyanık ve tetikte olmak gerekiyor. Bize hizmet etmeyecek sorular, yorumlar, eleştiriler her yerde karşımıza çıkabiliyor. Ki bu her yerin içinde en çok da kendi zihnimiz var elbette. Zaten dışarıda ne ile karşılaşırsak aslında kendi içimizin yansımasını deneyimlediğimizi söylüyor ya ustalar... Aklımın erdiği ve deneyimlediğim kadarıyla katılıyorum da kendilerine.
Doğru sorularla buluşmak -ve aslında her türlü doğru kelâm- için uyanıklık ve farkındalık gerekli. Aksi takdirde otomatik pilota alıyor ve ezbere konuşuyor, ezbere soruyoruz. Oysaki insan aklı bayağı güçlü bir şey. Bunun hakkını verme konusunda ise oldukça zayıfız gibi geliyor...
Otomatik pilot dediğim mekanizma son derece toplumsal. Yazıya soru diyerek başladık ama tıpkı sorular gibi çoğu düşünce otomatik olarak geliyor, çoğu konuşma otomatik olarak yapılıyor ve bunlar, kolektif ezberlerimizi yansıtmaktan öteye gidemiyor. Zihinlere yapışmış olan düşünceler ve ezberler ile yaşadığımız sürece, hayata özgünlüğümüzü getirme, ona gerçek bir katkı sunma şansı bulmamız ise pek mümkün değil; bu durumda, olsa olsa, müsameredeki rolümüzü oynuyoruz gibi geliyor bana.
Bu otomatikliğin yönsüzlük ve iradesizlik sebebiyle ortaya çıktığını söyleyebilirim. Düşüncelerime, yaşayışıma, sözlerime yön vermek benim işim. Uyanık ve dingin olabildiğim zamanlar bunu yapma olasılığım doğuyor; aksi takdirde zor. Ve yön vermek de irade ile ilgili sanki. Düşünme şeklime ve eyleme geçme hâllerime dair iradem ve farkındalığım kuvvetlendikçe akışıma yön vermem, kürekleri elime almam ve kayığımı, bana ve bütüne fayda sağlayacak şekilde yönlendirebilmem olanaklı.
Soru ile başladık ya; kaçımız birbirimize hayallerini soruyoruz? Kaçımız hatır sorarken gerçekten de o kişinin nasıl olduğunu merak ederek bunu soruyoruz? Kaçımız “naber?”le karşılaştığında öylesine “İyilik, senden naber” otomatik cevabındansa şöyle bir durup gerçekten nasıl olduğuna bakıyor ve oradan doğru cevaplıyor? Kaçımız soru sormanın ne kadar önemli bir yönlendirici olduğunun farkında ve bunu sorumlulukla yerine getiriyor?
Başlıktaki gibi kıymetli (?) sorularımız bol olsun. :))"
YORUMLAR