Komşu krizi!

Geçen gün...


Kapı çaldı. Oğlan da yeni uyudu. En sevmediğim şey, oğlum uyurken birinin gelip zile basması. Ama biri bastı işte.


Bir hışım gittim, zannedersin hiddetle davranacağım; hani şu bildik ağızla “Kapıyı çalan kişiye misliyle karşılık vereceğim” demişçesine... Tabii ki sakin, usulca açtım çelik kapıyı. Ah bir de şu gıcırdama olmasa!


Otomat sönmüş iyi mi... Karanlığa açtım kapıyı ama neyse ki içerinin ışığı hafiften süzülüyor. Kadın silüeti mi o?


“Buyurun?” dedim nezaketen. Bir adım öne çıktı “Merhaba” dedi. Elinde bir şey tutuyor, şu saklama kaplarından, içinde de sanırım kurabiye...


“Ben karşı apartmanda oturuyorum. Komşuyuz. Kahvenizi içmeye geldim” demez mi...


İşte o zaman silüetin kimliğini teşhis ettim.

Bu kadın, evimizin güneydoğu cephesine bakan şu karşı apartmandaki kadın...

Camları silip duran hani... Hani onun yüzünden düşme tehlikesi yaşadığım... Ve nefret ettiğimi duyurduğum kadın...

Kanım dondu! Öylece kalakaldım. Hayalet görmüşten beterdim. Buna benzer bir şey hayatta kaç kez gelir ki insanın başına?


“Kusura bakmayın, rahatsız mı ettim? Tabii böyle pat diye gelince...”


Toparlanmalıydım... Ayıp ne de olsa... “Yok canım” gibisinden mırıldandım.


“Bir kahve içeriz diye düşünmüştüm” dedi tekrar. Tabii ne de olsa bir kahvenin 40 yıllık hatırı var...


Ben de aptala dönmüş “Oluuur, içeriz” diye cevap verdim.


Bunu davet saydı, pat diye salona geçti, pat diye koltuğa oturdu. Saklama kabını sehpaya bırakırken “Elim boş gelmek istemedim” dedi, “Elmalı kurabiye getirdim...”


Kabın kapağını açarken manalı devam etti; “Bu arada yazarmışsınız!”

Bir şeyler söylemeliydim ama içimin titremesine engel olamıyordum. Bir endişe hali sardı bedenimi. Sanki kötü şeyler olacak hissiyatı... Size olmaz mı hiç?


“Tabii tabii, yazmaz mıyım...” diye saçmaladım.

Gülümsedi. Hiç hoşlanmadım bu kavruk gülümsemeden.

Sonra şu cümleler döküldü dişlerinin arasından; “Tesadüfen öğrendim yazılarınızı. Aslında internet bilmem ben, gösterdiler, okudum. Çok üzüldüm. Büyük tehlike atlatmışsınız, geçmiş olsun.”


Al beni koy Ankara’nın başına, komşu ilişkilerini yönetivereyim. O haldeyim yani...

“Alın, yiyin lütfen” diyerek kurabiye kabını uzattı. Elim, titrek ve ricayı kırmayacak kadar da aptal, aldı kurabiyeyi... Şüphem baki ama ağzım kokusuna kanıp ısırıkladı kurabiyeyi...


Memnun komşu, “Ben kalkayım en iyisi. Sizin yazacak şeyleriniz vardır!” diye kavruk gülümsedi. Hiç hoşlanmadım bu kavrukluktan. Hem bir ima mı sezinlemeliydim? “Oturun lütfen, kahve yapayım” demeli miydim? Demedim. Gitti.


Koltuğa attım ben de kendimi. Elimdeki elmalı kurabiyeye baktım. Zehirli mi ki? Bu kadın niye geldi ki? Ne demeye çalıştı ki? Derken midemde bir yanma başladı. Bir sıcak bastı bedenimi. Hava zaten nefes aldırmıyor.

Yapış yapış, kan ter içinde uyanmışım...



Anladığınız üzere bu komşu olayı, sabah karabasanıymış meğer...

O günü kendime tatil ilan ettim, yapılacak ev işlerini de bir çırpıda kafamdan siliverdim! Oturdum, kendime yarattığım komşu krizine ilişkin notlar almaya...


“Bu kadın hakikaten çıkıp gelirse?”

Kapıyı açma! Hadi açtın, evin sınırlarına girmesine göz yumma! Hadi yumdun, kahve yapma! Hadi yaptın, oturup içme! Hadi içtin, bari elmalı kurabiye yeme!

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.