Düdüklü Cendere!

Sinop’taki vakayı görünce...


Dalmışım ocak başında...


Şu Türk-Kürt meselesine, barış sürecine, müzakere dizisine dair bir yazı planlıyorum kafamda, nitekim yazmayan bir ben kalmışım memlekette...


Kafam yazının içinde gezinirken, eti de düdüklü tencereye koyup pişmeye bıraktım...


Yeni okuduğum Bejan Matur’un “Eşit miyiz?” başlıklı yazısını düşünerek tüm empatikliğimle, kendime temiz bir sayfa açtım, yazmaya koyuldum:


“Ben Kürt olsaydım! Çünkü değilim! Ama eğer Kürt olsaydım!



Birbirinden güzel şiirler yazmış, denemeler ve portreler kaleme almış, haklı olarak "Türkçesine toz kondurmayan" Cemal Süreya gibi, her defasında Kürtçe öğrenmeyi ötelemezdim!


Bu dilde doğru düzgün konuşmayı bilen birini bulup, bana öğretmesini isterdim.



Tabii bu dilin kökenini araştırırdım.


Bu dilde yazılmış kaç edebiyat eseri var, en eskisi hangi zamana ait bilmek isterdim.



Sonra mesela kültürel gelişimimiz ne, görmek isterdim...”

Derken... Düdüklü tencere ötmeye başladı!

Ev kadını olduğumdan beri, en büyük sıkıntım; yazarken bir ‘ev işinin’ bunu bölmesi...


Koştum mutfağa... Düdüklü tencere bu, ne yapacağı belli olmaz!


O telaşla, inik haldeki düdüğü kaldırıverdim.


Sen misin dürteleyen!


Düdüklü tencere, galeyana gelmiş halk misali, öyle bir köpürdü ki...


Sönmüş bir volkanın aniden harekete geçmesine şaşıran zavallı bir volkan dağı köylüsü gibi bakakaldım.


Kapağın kenarlarından köpürerek çıkan et suyu, aynı zamanda fışkıran buharıyla birlik olup beni düşman bellemiş, saldırıyor!


Birkaç saniye, neler olup bittiğini anlama isteğiyle olacak, yere çivileniverdim.


Buharın ve suyun fayansları nasıl dövdüğünü, tezgâha nasıl baskın düzenlediğini gördüm.


Sonrasını bilmiyorum, çünkü bir dürtüyle mutfaktan fırlayıp öğle uykusundaki oğlanın odasına atmışım kendimi.


Hata bendeydi; tencerenin düdüğünü inik bırakmasaydım ya da sonradan kaldırmasaydım, bu olay yaşanmayacaktı! Dürtelememeliydim!


Mutfaktaki korkutucu ses kesilince, binbir soruyla olay mahalline vardım.


Manzarayı şöyle özetleyebilirim; mutfak yaşanası bir yer değildi artık!


Elbette, sağduyulu bir duruşla burayı tekrar yaşanılabilir hale döndürebilirim...


Ve elbette, düdüklü tencereyi yok etmeyi düşünmek akla gelen en adi çözüm...


Yapılacak olan ise besbelli; kolları sıvadım...


Ha bu arada, yazıya ne mi oldu?


Yok, yok, yarım kalmadı, başka bir facia yaşanmadan bitirebildim neyse ki...

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.