Arkadaş...
Bir arkadaşın vardır...
Yirmi küsur sene öncesinde yolun kesişince tanıştığın ve yirmi küsur sene boyunca bir daha haber alamadığın...
İlk gençliğinden kalan bir gülen yüzdür hafızanda...
İlk gençliğinden kalan bir mutlu hatıra...
İnsanın mutlulukla anabildiği bir arkadaşa sahip olması kendisine verdiği bir armağan değil de, nedir ki?
Armağan insanı sevindirmek içinse eğer, arkadaş da öyledir işte.
Üstelik ne konuşma terapisi, ne okuma terapisi, ne ilaçla tedavi...
Arkadaş, ruhu iyileştirmenin en iyi yöntemi...
Ve tabii ne kadar sık görüştüğünden çok, bir araya geldiğinde hissettiğindir aslolan. Sıcacık sarmalayabilmektir özlemini...
Hey gidi seneler!
Yirmi küsur sene sonra, arkadaşınla karşılıklı oturuvermiş bulunca kendini, inanamazsın.
Yıllar önceki halinle kurulduğun masada, bir anda büyüyüverirsin. Ama kelimelerin yalansız, çıkarsız, sahtesizdir.
Pervasızca konuşabilirsin çünkü gençliğinden kalanlar önündedir. Pervasızca konuşabilmek ise sana yerken haz aldığın bir yemek gibi sevinç verir.
Muhtemelen de birkaç çizgi, birkaç kilo, birkaç beyaz tel fazlalığın vardır eskiye nazaran ve senelerin bozamadığı içtenlik hepsine değer katar.
Masadan kalktığında, arkadaşının yanından ayrıldığında, vicdanın rahattır. Kendini şanslı hissedersin. Her ne kadar az sonra, belki hep şikayet ettiğin sorumlulukların içine yine düşecek olsan da, bir umut göz kırpar sana...
Hey gidi seneler!
Vardır muhakkak, gününün güzel geçmesine neden olan bir arkadaşın vardır...
Olmalıdır...
***
Tencerenin düdüğü istim atıyor!
Akil olduğunu kayınvalidesine inandıramayan akademisyen Hüseyin Yayman; “Ama Kadir İnanır da bizim grupta” demiş. Kayınvalide yumuşamış: “O zaman ondan imzalı fotoğraf getir!”
Hey akilim, sen çok yaşa!
YORUMLAR