Benim Boyhood’um
Önceki gün 9 dalda Oscar adayı olan ve Mayıs 2002 ile Ekim 2013 arasında 12 yılda çekilen Boyhood (Çocukluk) filmini izlerken bir yandan da “12 yıl önce ben neredeydim? 12 yılım nasıl geçti” diye düşünüyordum.
Beyazlığı insanı kör eden mutfak
Filmin kahramanı Mason’ın 6 yaşında elinde sprey boya ile duvarlara resimler yaptığı günlerde ben kazık kadar bir adam olarak bir Polonyalı, bir Faslı ve bir İngiliz’le, duvarlarının beyazlığı insanı kör eden bir mutfakta, yan yana duruyordum. İngilizce cümle kuramadığım ama sular seller gibi bulaşık yıkadığım günlerdi.
Mason annesi ve kız kardeşiyle birlikte çocukluğunun ilk anılarını arkasında bırakıp başka bir kente taşınırken ben Alice’in harikalar diyarına gittiği tavşan deliğinin az ötesinde üzerimde kiremit rengi bir gömlek, önümde siyah bir önlükle elimde beyaz porselen tabaklarla masaların arasında koşturuyordum.
Mason havaya atılan güvelerin arıya dönüştüğünü düşünürken ben geceleri Hobbit’lerin babası JRR Tolkien’in en sevdiği pub’ın karşısında bir bankta oturmuş bir yandan pizzamı kemirip bir yandan da sesi yağmura en çok yakışan adamdan şarkılar dinliyordum...
Hayatımın dümenini nasıl kaçırdım?
Cicim aylarının ardından yavaş yavaş alkolün pençesine düşüp ‘manyak’laşan üniversite hocası üvey babanın ‘canım kardeşim’ Mason’ın güzelim saçlarını sıfıra vurdurduğu günlerde benim de hayatım ‘anadilimde’ dibe vurmuştu!
‘Hercai’ babalarının aksine çocukları için ‘saçını süpürge’ eden anne Olivia, Mason’ı ve kız kardeşi Sam’i ‘yangından mal kaçırır’ gibi üvey babanın evinden kaçırırken ben, ‘kaderimin bir oyunuyla’ aklımda hayalimde olmayan yerlere savrulan hayatımın dümenini elimden kaçırıyordum...
Enkaza dönmüş bir kulübün üyesi
İyi yürekli kardeşim Mason’ın ‘aşktan’ ilk golü yediği günlerde ben, 17 inç bir ekranın karşısında oturmuş benimle ‘gönlümün sultanı’ arasına giren dağları, ovaları, kralları, krallıkları, denizleri, aşmak için bin dereden sular getiriyordum. Mason kırık kalpler kulübüne ilk adım attığı günlerde ben, artık bir enkaza dönmüş kendi ‘kırık kalpler kulübümde’ devler, cüceler, inler ve cinlerle yaptığım maçta ha bire kendi kalemden top çıkarıyordum.
Güzel gözlü kardeşim Mason elinde fotoğraf makinesiyle küçük küçük anları yakalayıp ‘hayatı’ fotoğraf karelerine sığdırmaya çalışırken ben, bir kez daha boyumu aşıp beni alaşağı eden ‘hayatın’ üzerinde tutabilmek için başımı çırpınıp duruyordum...
Dante’nin Beatrıce’i ilk gördüğü sokak
Sanatçı ruhlu kardeşim Mason, karanlık bir odada fotoğraf hocasından ‘hayatının’ dersini alırken ben de, başında bonesi, üzerinde ameliyat önlüğüyle masanın başına oturmuş bir ‘hoca’dan hayatımın dersini alıyordum.
Aşk çocuğu kardeşim Mason, yeni ‘Jülyet’iyle Austin barlarında müzik dinleyip sokaklarda sarmaş dolaş romantik yürüyüşler yaparken ben, yanımda dünyalar güzeli bir ‘leydi’yle Dante’nin Beatrice’i ilk gördüğü sokağın az ötesinde bir kaldırıma oturmuş dondurma yiyordum.
Herkes gibi herkes kadar yaşadık
Geçenlerde ‘eski dostum’ Mason’la karşılıklı oturup son 12 yılı konuştuk. O ‘çocukluk’tan bahsetti, ben ‘büyümekten’. Onun da benim de kaçırdığımız tonla ‘an’ için hayıflanacak halimiz yok... ‘Yekpare geniş bir an’ gibi üzerinde durduğumuz şu hayattan şikâyet edecek durumda da değiliz... Ne filmlere konu olacak büyük trajediler yaşadık ne destansı zaferlerimiz oldu.
Ne olduysa şu son 12 yılda, o da ben de olduğu gibi kabul ettik; yumuşacık bir mendil gibi katlayıp cebimize koyduk... Herkes gibi, herkes kadar yaşadık işte, hepsi bu!.. Ne eksik ne fazla...
Mason giderken, “Biz anları değil anlar bizi yakalıyor” dedi... Söyleyecek bir şey bulamadım. Çıkarıp gönlümün ‘Oscar’ını ona verdim; o görmedi...
YORUMLAR