Döneceğim bekle beni
Sanki önceden anlaşmışlar gibi, iki taraf da ansızın sessizleşti. Alman savaş uçakları yere indi. Sirenler sustu. Havadaki bu beklenmedik sessizliği, karadaki sükunet izledi. Toplar da sustu.
Bu sessizliğe herkesin kısaca "62" dediği, Sovyet altmış ikinci ordusunun yaralı, aç ve neredeyse donmuş askerleri de katıldılar. Ansızın doğan bu dinlenme fırsatını değerlendirmek için yere uzandılar. Ayazın, buzlu ve ağdalı bir sıvı haline getirdiği Volga’nın gece fısıltılarını dinlediler. Sonra çok eski bir ordu geleneğine uyarak, ancak kendilerinin duyabileceği bir sesle şarkı söylemeye hazırlandılar.
Mısır koçanlarından yaptıkları pipolarını söndürdüler. Şarkıya yol gösterecek olan Kazak asker gırtlağını temizledi. Kızıl Yıldız gazetesinin muhabiri olarak aylardır burada bu askerlerle birlikte olan adam da şarkıyı dinlemeye hazırlandı.
Şarkının ilk sesleri yükselince şaşırdı. Şarkının melodisini ilk kez duyuyordu ama sözlerini ezbere biliyordu.
Kazak asker, rüzgarın ürkütücü ıslıkları arasında zor duyulur bir sesle söylüyordu şarkıyı. Asker, “yağmurlar yağarken bekle beni, karlar tozarken bekle beni, ortalık ağarırken bekle” diye adeta ağlar gibi söylüyordu ve tam sesinin iyice duyulmaz olduğu bir anda öteki askerler “bekle beni döneceğim” diye şarkıya katılıyordu.
Muhabir hayretle askerlere bakıyordu. Sarışın Rus, Ukraynalı, esmer Özbek, Kazak, Türkmen, Kırgız, Tatar ve daha birçok ulustan oluşan askerler, şimdi ayağa kalkmışlar ve kol kola girmiş bir halde söylüyorlardı şarkıyı.
Yavaşça sallanarak ve belli belirsiz bir gülümsemeyle yaklaştılar. Şarkının sonunu muhabirin de katılmasıyla hep birlikte söylediler: “Bir tek sen olsan bile bekleyen beni, döneceğim bekle beni”.
Muhabir donakalmış bir halde askerlere bakıyordu. Bu şarkıyı daha doğrusu bu şiiri kendisi yazmıştı. Aylardır cephede savaş muhabirliği yapıyordu. Savaş kızışmıştı. Herkesin ölüme teğet yaşadığı o gecelerden birinde, sevdiği, deli gibi özlediği, kavuşma umudunu bir kez olsun yitirmediği kadına bu şiiri yazmıştı. Moskova’ya giden bir askere şiiri vermiş ve onu gazeteye götürmesini söylemişti ama sonra o askeri bir daha görmemiş, gazetesinden de haber alamamıştı.
Şaşkınlığı bundandı işte. Gece gündüz savaşan askerler bu şiiri nereden bulmuşlardı? Ne zaman ezberlemişlerdi ve ne zaman besteleyip şarkı haline getirmeyi başarmışlardı?
Muhabirin bunları düşünecek fazla vakti olmadı. Savaş yeniden başladı. Sovyet askerleri siperlere koştular. Stalingrad, cehennem gecelerinden birine daha düştü. Nedir, aylardır umutsuzca dövüşen bu insanlarda o gece bir şeyler değişmişti.
“62”nin askerleri siperlere doğru koşarken, “Bekle Beni Döneceğim” şarkısını hem de bu kez avaz avaz bağırarak söylüyorlardı. Stalingrad varoşları, Volga’nın donmuş bozkırları, pırıl pırıl parlayan bir umut şarkısıyla çınlıyordu şimdi. “Varsın tüm dostlarım umutlarını kessinler, sen kesme, bekle, döneceğim ben…”
Ünlü “Bekle Beni” şiirinin yazarı Konstantin Mikhailovich Simonov, Kasım 1915’te Saint Petersburg’da doğdu. Teknikerlik okudu ama edebiyatçılığı seçti. Kızıl Yıldız gazetesinde muhabirlik yaparken savaş patladı. Nazi orduları Sovyetler Birliği’ne girdi. Simonov Stalingrad’a gönderildi.
Bir gece, cehennemi andıran bir gece, her zamanki gibi sevdiği kadını, Valentina Serova’yı düşünürken, ona duyduğu aşk ve hasretin dayanılmaz bir hale geldiğini hissetti. Eti, kemikleri, sinirleri, elleri, gözleri, beyni hemen oracıkta Serova’yı istiyordu. Simonov sonraları o geceyi anlatırken, “çıldırmak üzere olduğumu anlamıştım ve bunu önleyebilmenin tek yolu Valentina ile konuşmak, ona aşkımı anlatmak ve mutlaka geri döneceğimi söylemekti” diye konuştu. “Bekle Beni” şiiri işte o gece yazıldı.
Simonov izne çıkan bir askere şiirini verdi ve gazeteye bırakmasını söyledi. Sonra da savaşın acımasızlığı içinde şiirinden bir haber alamadı. Oysa asker şiiri gazeteye ulaştırmış ve şiir yayımlanmıştı. Derken bir asker şiiri gazeteden kesmiş ve nişanlısına göndermişti. Nişanlısı da şiiri arkadaşlarına dağıtmış ve binlerce insan şiiri okumuştu.
Simonov, Valentina Serova’yı ilk kez bir tren istasyonunda gördü. O zamanlar genç bir sinema öğrencisi olan Serova, sarı saçlı, ince ve uzun boylu güzel bir kadındı. O yaz günü Moskova yakınlarındaki Kolomenskoye istasyonunda tesadüfen Valentina’yı gören Simonov, ona hemen o anda vuruldu.
Simonov’un anlattığına göre, “Bolahnin ve Gorodets işlemeleriyle süslü gök mavisi bir elbise giymiş olan Valentina, uçuşan sarı saçları, yaramazca havalanan eteği ve boynundaki beyaz inci gerdanlığıyla” çok güzel bir kadındı ve ona aşık olmamak imkansızdı.
1943’te evlendiler. Sonra savaş patladı ve Simonov cepheye gitti. Hep yazdı. En kanlı savaşların içindeyken bile Valentina’ya yazmayı hiç aksatmadı.
Savaş bitti. Eve döndü. İşlerin yolunda gitmediğini de işte ilk kez o günlerde anladı. Valentina, bir aktristti artık. Simonov ise sanki Stalingrad cephesinde yaşıyordu hala. Sadece ona kavuşmak umuduyla hayatta kalabildiği bu kadını artık pek tanıyamıyordu. O hala ılık bir yaz gününde şakacı bir rüzgarın eteklerini havalandırdığı sarı saçlı bir kadın görmek istiyordu ama göremiyordu. Nedir, aşkından da asla vazgeçmiyordu. Valentina’nın dedikodulara yol açan bir hayat sürmesi de ona olan aşkını zerrece azaltmıyordu ama günün birinde dayanamayıp, bu canı kadar sevdiği kadını incitebileceğinden de korkuyordu.
Belki de böyle bir şey yapmamak, Valentina’yı kırmamak için hiçbir açıklama yapmadan 1957’de onu terk etti.
Konstantin Simonov, bir zamanlar beklemesi için yalvardığı kadını karlı bir Moskova sabahı bırakıp gitti ve bir daha dönmedi.
Valentina Serova 1975 yılında öldü. Simonov cenazeye katılmadı. Sabah Serova’nın mezarında bir saksı menekşe çiçeği bulundu. Saksıya bir kağıt yapıştırılmıştı ve kağıtta “zhdi meny” yani “bekle beni” yazıyordu. Çiçeği kimin bıraktığı ve notu kimin yazdığı Simonov’a defalarca soruldu. Simonov hep acı bir şekilde gülümsemekle yetindi ve cevap vermedi. Yıllar önce “sağ kalışımın sırrını yalnız senle ben bileceğiz, bütün sır senin beklemeyi bilmende” diye yazmıştı ve sevdiği kadın da onu beklemişti. Şimdi bekleme sırası Simonov’daydı.
Konstantin Mikhailoviç Simonov, 28 ağustos 1979’a kadar bekledi.
Sonra kendisini beklemekte olan sevdiği kadının yanına gitti…
YORUMLAR