Mutlu aşk yoktur

Eğildi. O gözlere bakmaya zorladı kendini. Korkuyordu. O gözlere baktığında neler göreceğini çok iyi bildiği için korkuyordu. O gözlere baktığında kanlı ihtilaller görecekti. Dinamitle havaya uçurulan köprüler, makineli tüfekler, yaralanmış insanlar ve kızıl bayraklar görecekti.



O gözlere baktığında gamalı haçlı bayraklar görecekti. O gözlere baktığında tüm Paris’i görecekti. Eyfel Kulesi’ni, Notre Dame’ı, Montmartre’ı ve Şanzelize’yi görecekti. O gözlere baktığında, hem bunları görecek hem de “21 Rue Pigalle”, “A Fontainebleau”, “A La Bastille” şarkılarını duyacaktı.



Geçmişin acılarını hatırlatan bütün bu yerleri görmekten, bütün bu şarkıları duymaktan korkuyordu. Onları kendisine getirecek olan o gözlere bakmaktan da bu yüzden korkuyordu işte.



Nedir, susamıştı. Su içmek, kana kana su içmek istiyordu ve bu susuzluğunu gidereceği tek kaynak da sadece o gözlerdi.



Eğildi. Tekmil cesaretini topladı ve o gözlere baktı. “Elsa’nın Gözleri” oradaydı şimdi. Sonsuz bir kuyu kadar derin, evrendeki bütün güneşlerin ışıklarını toplamış kadar parlak olan o gözler, oracıkta öylece duruyordu işte.



Ucu bucağı belirsiz bir denizi, benzersiz bir mavilikle bezenmiş, içinden kuş sürüleri geçen bir gökyüzünü, “camın kırılan yerindeki maviliği ve yağmur sonu beliren semayı” da kıskandıracak kadar derin olan o gözlere baktı.



Eğildi. “Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de/Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm/


Orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm/Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde…” diye düşündü.



O gözlerde kaybolacağını, kıyamete kadar o gözlerde hapsolacağını, mutsuzluk ateşlerinde yanacağını biliyordu.

Bunları biliyordu ama yine de eğildi. Kaderine razıydı. “Elsa’nın Gözleri”nde kaybolmadan önce derin bir nefes aldı ve “Mutlu aşk yoktur” diye mırıldandı…


Çağımızın en bilinen aşklarından biri olan Elsa-Aragon aşkının erkek kahramanı, ünlü Fransız şair Louis Aragon ile kendisi kadar ünlü yazar Elsa Triolet, fırtınalı, tutkulu, zehir zemberek bir aşk yaşadılar.



3 Ekim 1897’de Paris’te doğan Aragon, şairliğinin yanı sıra romancı, deneme yazarı ve Dada akımının en önemli temsilcisiydi.



Bunların yanında Aragon cesur bir siyasal eylemci ve inançlı bir komünistti. İkinci Dünya Savaşı’nda Paris’i işgal eden Nazi ordularına karşı koyan direnişçilerin komutanlarından biriydi. Köprüler uçurdu, savaştı ve birkaç kez yaralandı.



Elsa Triolet ise 1896 yılında Moskova'da doğdu. Mimar oldu ama hiç mimarlık yapmadı. O edebiyata tutkundu. Özellikle şiiri çok seviyordu ve 1915 yılında ünlü şair Vladimir Mayakovsky ile tanıştıktan sonra Elsa da çok başarılı şiirler yazmaya başladı.



1918’de Rus İç Savaşı sırasında kaçıp Fransa'ya göç etti. Mayakovsky'nin ve diğer Rus şairlerinin şiirlerini Fransızcaya çevirdi.



Sonra 1928 Haziran’ın ılık bir Paris gecesinde Elsa Triolet aşık oldu. Montparnasse'de Paris'in ünlü restaurantlarından La Coupoule'da şair Mayakovski ile otururken, ansızın Aragon’u gördü. Aragon sarhoştu. Beş parasızdı ve veresiye bir kadeh daha içebilmek için barmenle konuşuyordu.



Çok yakışıklıydı. O kadar yakışıklıydı ki, Elsa onun “bir jigolo olabileceğini” bile düşündü. Tanıştılar ve hemen o an vuruldular birbirlerine. Aragon daha sonra o gün Elsa için, “Hayatım ancak seninle başlıyor” diye düşündüğünü söyledi.



Evlendiler. Yıllarca sürecek olan olağanüstü bir aşkı paylaşmaya koyuldular. Birlikte Fransız Komünist Partisi’ne girdiler. Fransa işgal edilince, yine birlikte direnişçilerin safında Nazilere karşı çarpıştılar.



Savaşırken bile yazmayı bırakmadılar. Elsa 1944'te “Beyaz At” isimli eseriyle Goncourt Ödülü'nü alan ilk kadın oldu. Aragon ise Breton ve Soupaux ile birlikte sürrealizmin kurucularından biriydi artık.



Savaş bittikten sonra birlikteliklerine devam ettiler. 1970 yılında Elsa öldü. Aragon da yaşama küstü. Ücra otellerde, kimseyle konuşmadan, yazmadan, yataktan hiç çıkmadan aylar geçirdi.



Sonra bir gün tüm cesaretini topladı ve Elsa ile yıllarca birlikte yaşadıkları apartman dairesine gitti. Amacı, Elsa’dan kalan özel eşyaları toplamaktı.



Elsa’nın günlüğünü de o gün buldu işte. Elsa, Aragon’a ve başka hiç kimseye göstermeden tam otuz yıl boyunca bir günlük tutmuş ve özel hayatının tüm gizli ayrıntılarını yazmıştı.



Merakla defteri karıştıran Aragon, bir süre sonra okuduklarına inanamıyarak yere çöktü kaldı. Defterde Elsa'ya âşık olan ya da Elsa’nın seviştiği erkeklerin bir listesi vardı. Yazılanlara göre Elsa, Aragon'la geçirdiği 30 yıllık birlikteliklerinde onu, yakınlarındaki pek çok kişiyle aldatmıştı...




Elsa’nın yazdıkları doğru muydu, değil miydi bilemedi ama Aragon bunları okuduktan sonra yaşamayı tümüyle savsakladı. Alkole sığındı.


Yıllar önce “Mutlu Aşk Yoktur” diye yazdığında, “Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin/Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara/Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda” diye yakındığında, ileride böyle bir şey ile karşılacağını nereden bilebilirdi ki?


Orhan Veli’nin dilimize çevirdiği Elsa’nın Gözleri ve Mutlu Aşk Yoktur şiirleriyle ünlü Louis Aragon, 24 Aralık 1982’de öldü. Geride, “mutlu bir aşk var mıdır acaba” tartışmaları kaldı.


Ne dersiniz? “Mutlu aşk var mıdır” sizce?


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.