Nereye Bak(m)ıyorsun?
Sanırım bu ülkede ve hatta Dünya’da olan biten pek çok şeyin sebebi öz-değersizlik duygusu. Yanlış öğrenilmiş o kadar çok şey var ki, tüm bunların sebebini sadece içinde bulunduğumuz dönemde ve coğrafyada aramak ve bulmak pek mümkün değil. Olan biteni iyi anlamak için, filmi biraz daha geriye sarmak ve bütününe de bakmak şart oluyor.
Bu ülkede yaşayanlar olarak bizler, bir yerlerde bir zaman ne olmuşsa olmuş ve değerler kayışını kopartmışız anlaşılan. Doğu'yla Batı'nın arasında bir yerde, iki farklı dünyanın ortasında.
Kimisi kendince bunlardan birine ileri, diğerine geri demiş. Kimiyse ileri denen yere gitmektense, geridekileri korumak istemiş.
Oysa Dünya yuvarlaktır. Uzay boşluğu içinde kendi etrafında dönen bir kürede ileri ve geri gibi sabit mefhumlar bulmak doğru da değildir, olanaklı da... Daire ya da ona yakın formlar söz konusu olduğunda bu tür kavramların tümü görecelidir.
Zaten bugün Dünya’nın geldiği noktaya baktığımızda, ‘ileri’ denen sistemlerin bizleri getirdiği aşamayı, pek çok boyutta ‘gerileme’ ekseninde tartışmak da oldukça mümkündür.
Şimdi, yeni bir ‘değerler sistemine’ ihtiyaç duyuyoruz da hangi eski parçalar işe yarayacak, hangileri çöpte kalacak? Hangileri değer bilinmesi gereken ata mirası olarak korunacak, hangisi feda edilecek, yenisi kurgulanacak?
Üstelik tüm bunları analiz ederken ister istemez geleceğe dair beklentilerin de önemli olduğunu kabul etmek zorundayız. Yani insanın geçmişi ile geleceği arasına sıkışmışlığı ya da tam tersi dengesi, bugününün temel direği. İşte bu, tam da ‘biz aslında ne istiyoruz?’ sorusunun cevabı...
Yani özetle, bir insanı da bir ülkeyi de tanımak için, onun geçmişinden getirdiklerine bakmak gerektiği gibi, geleceğe dair tasarımlarını da etken olarak elde tutmak şart oluyor.
İnsanın kendiyle kurduğu ilişki, tüm diğer ilişkilerine de yansıdığından konuya dair olan bitenin kaynağı hep orada aranmış. İnsanın kendiyle olan bu ilişkisi, önce ilk aynası olan anneden, sonra bir sonraki çemberde baba ve geri kalan tüm aileden, daha sonra ise içinde yaşadığı toplumun ona yansıttığı her türlü ödül ve cezalardan geliyor diyorlar.
İnsanın kendine dair değersizlik duygusu, çoğunlukla günlük hayatta göz önünde olan yüzeydeki bilincin üstünden çok altında çörekleniyor. Hatta tüm bunlar olurken üste çıkan kısım, daha çok bu durumu saklamaya çalışan egosantrik yansımalar oluyor.
Aşağılık kompleksi yüksek birini, çoğunlukla ‘aşırı’ özgüvenli imiş gibi görünüyor olmasından tanımak mümkün. Zira gerçek özgüven, özellikle altının çizilmesine ihtiyaç duymaz.
Bu insanların yanı sıra, ülkeler için de aynen böyledir ve hatta onların dış politikaları için de.
Kişinin kendiyle ilişkisi psikiyatrinin, diğerleriyle ilişkisi sosyolojinin konusu. Çokça yanılgı içerse de, bugünkü sistemlerin pek çoğunu yönlendirdiklerini açıkça gördüğümüz bu iki ana dalın batılı yaklaşımları, pek çok temel bilgiyi sistematik hale getirip yazılı olarak sunabilmiştir. Dolayısıyla da bugün doğu kaynaklı olsa da, yazılı olmayan bazı ilk düşünceler, hatta keşif ve icatlar yalnızca batının üretimleriymiş gibi yazılmış ve öyle pazarlanmıştır.
Freud, neredeyse her insanoğlu için aynı şekilde geçerli olan bazı tespitlerini o kadar güzel ifade etmiştir ki, psikiyatri deyip de onu anmadan geçmek mümkün olmaz.
İnsanlar, ülkeler ve tüm Dünya için de geçerli olduğunu düşündüğüm şu sözü üzerinde biraz düşünelim o halde.
‘Bir insan bir yere doğru dikkatle bakıyorsa orada ‘bir şey’ vardır. Ama bir insan bir yere ısrarla bakmıyorsa, orada ‘ daha büyük bir şey’ vardır.
Peki biz, ülkemiz ve Dünya şu sıralar en çok neye, nereye bakmaktan kaçınıyoruz? Ve neden?
Belki de bulmamız gereken tek cevap budur.
YORUMLAR