Kitapların ötesi

Sanırım geçtiğimiz yıldı…


Oğlumla, çok sevdiğimiz bir sahafın tavanlara kadar uzanan kitap raflarının arasında; sevebileceğimiz bir kitaba denk gelebiliriz umuduyla geziniyor, bir yandan da sohbet ediyorduk.


İçinde yürüdüğümüz bölmenin sonuna ulaşmıştık ki; yüzünde sevgi dolu bir ifade ve kocaman bir gülümsemeyle bize doğru yönelen kadın;

-"Bunu nasıl sağladınız?" diye sordu.

Ben, tam olarak neyi kastettiğini anlamaya çalışırken de;

-"Kitapları sevmesini ve sizinle bu şekilde sohbet edebilmesini" dedi.

-"Bilmem" diyebildim sadece…

Cılız bir sesle de ekledim: "Onu, bu konuda hiç zorlamadım."


Farklı bir bölmede kitapları inceleyen eşini yanına çağırdı ve durumu ona da anlattı. Sonra kendi kızından bahsetti. Okul hayatının başarılarla dolu olduğundan, yurt dışında okuduğundan fakat ders kitapları haricinde hiç kitap okumadığından.


Bu sohbetin ardından oğlumun kitaplarla olan yolculuğunu düşündüm. İçinde kitapların olduğu bir eve doğmuştu. Hayatının ilk yılında ona hiç kitap okumamış; kendi uydurduğum birkaç hikâyeyi anlatmış, ninni ve şarkı söylemiştim sadece. İlk iki kitabı; Yüzyüz ve Fare ile Dağ, çok yakın bir dostumuzun hediyesiydi. Neredeyse bir yıl boyunca sadece bu iki kitabı okumuştuk. İki yetişkin insan olarak bizim de okumaktan büyük keyif aldığımız bu kitapları her okuyuşumuzda; oğlumun heyecanla bize eşlik edişi ve kitapta yer alan resimleri göstererek; anlatmaya çalıştıkları, gün gibi hatırımda.


Sonrasında yolculuğumuza birçok kitap dâhil oldu ve olmaya da devam ediyor.


O günlere dair hatırladığım bir şey daha var ki; kitapları asla bilgi sunma aracı olarak kullanmayışımız.


Kitap okumak, bizim için sevdiğimiz bir deneyimin içinde yer alma haliydi sadece.


Çok okumak, az okumak ya da hiç okumamak; bugün olduğum kişi halimle bunu bir kıyas meselesi haline getirmiyorum. Çünkü bilgili olmakla, bilge olmak arasındaki fark her geçen gün biraz daha netleşiyor içimde. Ve kitapları çok seven biri olarak, kitapların ötesinde de bir yerin olduğunu düşünüyorum artık.


Oğlum kendi merakı ve çabasıyla okuma-yazma konusunda büyük adımlar atıyor. Toplumsal tüm baskılara rağmen onun kendi öğrenme zamanına sadık kalabilmek, en büyük arzum. Çünkü okuma-yazmayı zorlayarak ve kendi zamanından önce öğretmenin ona herhangi bir fayda sağlayacağını düşünmüyorum.


Bir öğretmen, tanıdığım okulsuz bir çocuğa; "Eğer okula gitmezsen; kapıcı ya da çöpçü olursun" demiş.


Bu öğretmen; bilgili olmakla, bilge olmak arasındaki farkı çok güzel özetlemiş aslında.


Öğretmenin bu sözleri bana, Özgürlük Okulu olarak da bilinen Summerhill’in kurucusu A.S Neill’ın:

"Bir okulun sinirceli bir bilim insanındansa, mutlu bir temizlik işçisi yetiştirmesini yeğlerim" sözüyle,

Vinoba Vhabe’nin: "Bugün bir okul çocuğu, birinci sınıf bir marangoza cahil, kaba ve görgüsüz muamelesi yapmakta sakınca görmez. Oysa bu marangoz olgun ve deneyim sahibi, toplumun gerçek anlamda hizmetinde akıllı ve becerikli bir işçi de olabilir. Buna rağmen sadece ve sadece okuma-yazma bilmemesinden ötürü, ‘‘eğitimli çocuk’’ onu küçük görür" sözlerini hatırlattı.


Umarım bir gün diplomalar kadar önemsenir; karakter, beceri ve değerler…




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.