Gerçekten ihtiyacımız var mı?
Artık insanlar değil, sahip oldukları ‘‘şeyler’’ birbirleriyle konuşuyor. Yetişkin dünyasının tüketim alışkanlıkları, çocukların dünyasına da sızıyor. En çok da medya aracılığıyla hayatımıza giren bu ‘‘şeyler’’ biçim değiştirerek; bir kıyafet, oyuncak ya da eşya olarak yeniden ve yeniden karşımıza çıkıyor. Bugün çocukların hayal gücünü, yaratıcılığını ve özgür oyunlarını adım adım yok eden tam da bu ‘’şeyler’’. Deneyimin ve paylaşımın yerini markalar, logolar ve etiketler alıyor.
Bense kendi adıma uzun bir süredir ihtiyacın ötesine geçmemeyi bir yaşam ilkesi haline getirmeye çalışıyorum. Her zaman başaramasam da; bir çocuğun rehberliğinde en kıymetli şeylerden birisinin bu gönüllü yoksunluk hali olduğunu deneyimliyorum.
Konu tüketim olgusu olunca aklıma hep komşumuz Muna Abla geliyor. Köyde çocuklar için diktiği pantolonları hatırlıyorum. Küçülen bir alt giysi, onun ellerinde baştan aşağı yenileniyor. Öyle özgün ve işlevsel tasarımlar çıkıyor ki ortaya… Bu yaratıcı eylem, dönüştürme ve yeniden var etme hali, aslında çocuklar kadar beni de büyülüyor.
Muna Abla, bununla da yetinmiyor. Yaz tatili boyunca çocukları köy okulunun bahçesinde topluyor ve onlara temel dikiş bilgilerini aktarıyor. Çocuklar düğme dikiyor, yama yapıyor, zincir çekiyorlar. Çocukların en çok ihtiyacı olduğunu düşündüğüm, çok kıymetli yaşam becerileri bunlar. İhtiyacımız olan her şeyi aktif biçimdeürettiğimiz bir yaşamın mümkün olduğuna inanıyorum. Çocuklara da hayatın bu şekilde yaşanabileceğini gösterebilmeliyiz.
Kapitalizm ise karşısına çıkan her düşünceyi kendi lehine çevirebilecek kadar güçlü bir sistem. Minimalizm de bundan nasibini alıyor; mobilya mağazaları, dekorasyon önerileri ya da kıyafet markaları üzerinden yeniden tüketime eklemleniyor. Kısacası kapitalizm sadeleşme hareketini bile kendi çıkarına dönüştürebiliyor.
Oysa asıl mesele paketlenmiş çözümler değil, gerçek ihtiyacı sorgulamak. Tüketim yerine üretime, deneyime ve ilişkilere odaklanabilmek.
Amacım minimalizmi değersizleştirmek değil fakat popülerleşen her şeyin amacından ve anlamından uzaklaştığını düşünüyorum. "Gerçekten ihtiyacımız var mı?" sorusunu hem kendimize hem de çocuklarımıza sordurabilmek, çok kıymetli. Çünkü mesele ‘‘şeyleri’’ değil, yaşamı merkeze almak. Çocuklara markalardan çok hayallerin, eşyalardan çok ilişkilerin, satın almaktan çok üretmenin değerini yalnızca sözle değil, yaşayarak gösterebilmeliyiz.
Minimalizm, kapitalizme karşı küçük bir direniş de olabilir; kapitalizmin yeni bir tuzağı da… Kimin nasıl uyguladığına bağlı.
Hayatın ritminde, mekânda ya da zihnimizde fazlalıkları eleyip, geriye özü bırakabilmek… Asıl meselemiz bu olmalı belki de; azla yetinmek değil, gerçekten gerekli olana yönelmek.
YORUMLAR