Yine
Başka bir şeyler yazmak için oturdum aslında bilgisayarımın başına ama yazamadım.
Çünkü tarihe ve saate takıldı gözüm ve… Olan oldu işte.
Şu an ne yazacağımı da bilmiyorum. Sanırım sadece içimi döküyorum.
14 yaşındaydım. Sıcak bir yaz gecesiydi. Yeni evimize taşınalı bir yıl olmuştu ve etrafımızdaki evler daha yeni dolmuştu. Komşu çocuklarıyla dışarıdaydık o gece. İlk defa toplanıyorduk ve birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. Sohbet koyuydu ve gökyüzü alabildiğine yıldız doluydu. Neden bilmem birimizin ağzından öylece dökülüverdi sözler “Bu gece çok yıldız var ve çok sıcak, deprem mi olacak ne?”
Güldük geçtik elbette. Gerçi bir kaç gündür yokluyordu sarsıntılar. Belki yine küçük bir tane? Olabilirdi. Sohbet devam etti.
Gece yatağa girdiğimde saat ikiydi. Hemen uyumuşum. Odamın içinde bir helikopter olduğunu sanarak uyandım. Korkunç bir uğultu, garip bir aydınlık, şiddetli bir sarsıntı. Yataktan kalkıp kapıya ulaşmaya çalıştığımda beni balkona doğru savuracak kadar. Sonrası... Sonrası korku. Sonrası acı, sonrası karanlık ve puslu.
İnsan zihninin en zekice oyunu bu; unutmak. Her şeyi olmasa da bazı kısımlarını. Mesela büyüdüğüm şehrin yıkıldığını ilk gördüğüm anı. Enkazın altında insanlar olduğunu idrak edebildiğim, sokakta şok halinde kalakalmış yüzlerle göz göze geldiğim, en yakın dostumun evini göremediğim, babam enkazda bir arkadaşını ararken belki kurtulmuştur diye kızının adını depremin tozuna bağırdığım anları… “Seliiiiiin!!!! Seliiiin!!”
Sanki bir tülün ardından bakar gibi olsa da bunları hatırlıyorum evet ama duygumu hatırlamıyorum. Bütün bu anıları sanki gerçek olmadığından emin olduğum bir filmi izler gibi izliyorum zihnimin gerisinde. Kaskatı; kendini korumaya almış bir kalple. Bir daha asla eskisi gibi olmayacağını bildiğim bir kız çocuğunun kalbiyle.
17 Ağustos'u yaşayanlar pek konuş(a)maz, anlat(a)maz birbirine o gecenin hikayesini. Sessiz bir antlaşma gibidir bu; hepimizi sarıp sarmalayan bir anlayış örtüsü. Bir diğerinin korkusunu ve kaybının acısını en derininde hissettiğin, daha gözlerine bakınca hikayesini kestirdiğin ve seslenip de hatırlatmak istemediğin.
“Unutmadık, unutturmayacağız” diyoruz elbette ama ben unutmak istiyorum izninizle.
Kaybettiklerimi, sevdiklerimi, yetkililerin çıkarması gereken dersleri ve alınması gereken önlemleri değil ama birisi masayı sallasa panikle aklımdan geçen senaryoyu, gözlerimin önündeki toz bulutunu ve günlerce şehri saran kokuyu.
Şimdi, müsaadenizle.
Unutmayı deneyeceğim.
Yine.
YORUMLAR