Çekirdek aile çatırtısı
Dünyamızın nasıl da daraldığı üzerine düşünüyorum nicedir; evin ve çekirdek ailenin etrafında gittikçe küçülüyor sanki. Kalabalıklarımız azalıyor. Görüşmelerin arası açılıyor. Evimizin duvarları kalınlaşıyor. Akrabalarımızla olan kan bağımız, yargılanma ve müdahale korkusunu aşamıyor. Anne, baba ve çocuklu çekirdek çatırdıyor. Çünkü hem bizim hem çocuklarımızın ihtiyaç anlarında gidecek kimseleri yok ve bu yüzden çocuklarımızın, eşimizin ve kendimizin her türlü ihtiyacını sadece bizim karşılamamız gereklilik haline geliyor. Bir kaç nesildir gittikçe “yoğunlaşan ve yalnızlaşan” ebeveyn çocuk ilişkisinde karşılanmayan ihtiyaçlarımızla baş başa kalıyor, sürekli ya susuzluk ya vicdan azabı çeker hale geliyoruz.
Anne olmadan önce insanız biz. İncinebilir, bunalabilir, darmadağın hissedebilir, yorulabiliriz. Bazı günler hatta haftalar mutsuz olabiliriz. Bazen dışa, bazen içe dönebilir, acele edebilir, yalnız kalmak veya işimize odaklanmak isteyebiliriz. Tamamen kendimize ait bir üretimden heyecan duyabilir ve olur ya bazı günler ona öncelik vermek isteyebiliriz. Tahammül edemeyebilir, zorlanabilir, dişimizi sıkamayabiliriz. Ne mükemmel, ne de eksiğiz; sahip olduklarımız, yapabildiklerimiz ve sınırlamızla kendimiziz.
İnsan yolculuğu boyunca kapı arar; büyümek, bilmek ve canını acıtan bir yarası varsa iyileştirmek için. Sıkıştığında zorlayabilmek, işin içinden çıkabilmek, kendini, ötekini, evreni anlayabilmek, sorabilmek, üretmek, sevilmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için. İçimiz karanlığa gömüldüğünde kapılar el yordamıyla bulabildiğimiz, eşiğini hissettiğimiz aydınlık odalara açılırlar. Çocukların "iyi olmak" için onlara ihtiyacı var. Ve modern yaşamda ne kadar zorunda hissettirilsek de bunlar, anahtarlarının her zaman bizde olmadığı kapılar.
Çocuklarımız biz bir şeye kızgınsak eşikten atlayacak, kendilerine yakın bulduklarına kaçacaklar. O gün ihtiyaçlarını biz karşılayamıyorsak; karşılayacak birini bulacaklar. Bizde olmayanı gidip arkadaşta, komşuda, halada ya da amcada arayacaklar. Gerildiysek onlara boşalacak, yaraladıysak pansuman olacaklar. Olması gerekenden “yoğun” bir ebeveyn ilişkisi içinde olmayacaklar. Çocukların bizim yaralarımızla biraz mesafeye ve dost kalabalıklara da ihtiyacı var; ama bütün günü bizim karşılanmayan ihtiyaçlarımızın yarattığı öfke, mutsuzluk, bıkkınlık ve yorgunlukla yaşamak, bu duyguları taşımak ve her an tepkilerimizi kaldırmak zorundalar.
Son zamanlarda yapılan bütün araştırmalar anne-çocuk ilişkisine o kadar çok yükleniyor ki anneler çocuklarının yaşam boyu mutsuzluklarının sebebi olacağından korkuyor. Bu bana biraz da son elli yıllık koşullarımızın sonucu gibi geliyor. Çocukların ve annelerin yalnızlaşarak birbirlerine sarması belki de yaralarımızı derinleştiriyor.
Aslında biraz da sistem, seçtiğimiz yaşam, şehir ve iş hayatının kıskacı bizi yalnızlığa, çocuklarımızı da bize doğru iteliyor. Birbirimizi çok sevsek, çok mutlu olsak da zor zamanlarda, yükümüzü hafifletecek, başımızı koyacak bir/birkaç omuz, farklı yaşlarda bolca çocuk hepimiz için tedavi edici oluyor. Evin kapısının açılacağı bir meydanda çocuklar da şifa buluyor.
Çocuk büyütmek için bir köy dolusu insana ihtiyaç var derler ya hani… Peki o zaman çekirdek aileyi kim icat etti? Hele bir çıksın karşıma, yükleyeceğim omzumdakileri onun sırtına.
YORUMLAR