Organik yaşam kaygısı
Etrafımız kuşatılmış durumda; evimizi temizlediğimiz, giydiğimiz, yediğimiz içtiğimiz, ilaç olarak kullandığımız sentetik ve kimyasal her şeye güvenimizi kaybettik. Para ile dilediği sonucu alabilen, piyasayı yönlendirebilen üretici firmalara, uzmanlara ve doktorlara da. Doğru bilgiye ulaşmakta zorlanıyor, bilginin “doğruluğundaki değişime” ayak uyduramıyoruz. Her yeni güne yeni bir kanserojen ya da kanser şifası ile uyanıyoruz.
Hayatımızdaki seçimlerimizle ilgili onlarca haber çıkıyor önümüze: “Çocuklarınıza zehir yediriyor, kansere davetiye çıkarıyorsunuz! Kanser oranları arttı! Kıyafetlerimizdeki tehlike! Çocuklarınıza bu oyuncakları almayın! Parktaki sentetik zeminler kanser saçıyor! Beyaz ölüm: ŞEKER!!” Bütün bunların doğruluk payını reddetmemekle beraber, servis edilme biçiminin ve bu mesajlara maruz kalma miktarının hayatımızı düşündüğümüzden çok daha fazla etkilediğini düşünüyorum. Sürekli tehdit altında hissediyor, panik oluyor, kaygı ve korku duyuyoruz. Bu gidişle etrafımızdaki her şeyden korkmak, modern anneliğin bir parçası haline geleceğe benziyor.
Bir yandan güvensizlik ve hissettiğimiz tehdit, öte yandan organik, iyi ve sağlıklı yaşam uzmanları yıpratıyor anneleri. Biri şeker tükettiğimiz için azarlıyor, diğeri beslenmemizde büyük yer kaplayan unu acilen kesmemizi istiyor, kimisi et, ötekisi sebze ağırlıklı beslenin diyor. Günde kaç limon yiyeceğimize, nasıl yiyeceğimize bile uzmanlar, bloggerlar ve kitaplar yani başkaları karar veriyor. “Sağlıklı” yaşam biçimleri hepimize her gün dayatılıyor; annelere de yapamadıkları, ulaşamadıkları için suçlu hissetmek ve vicdan azabı çekmek kalıyor. Kafamızın içinde bize ait olmayan, koşullarımızı bilmeyen ve bedenimizi tanımayan yüzlerce ses dolanıyor. Ailemiz için aldığımız hiçbir karardan emin olamıyor ve gittikçe derinleşen yetersizlik düşüncesinin pençesinde yaşıyoruz.
“Sağlıklı, şekersiz, unsuz, organik, ilaçsız, yerel, kimyasalsız” tagleri çoktan dejenere olmuş durumda. Çoğumuzun bunları görmeye bile tahammülü yok, bir kısmımız da bu başlıkların altındaki kafa karışıklığı ve güvensizliğin içinde bunalmakta. Çok azımız kendine inandığı bir yol çizebilmiş durumda.
Evimizde güvende hissetmek, yediklerimize güvenmek en temel ihtiyaçlarımızdan biri oysa. Bunların yokluğunda oldukça zorlanıyor ve hatta hastalanıyoruz. Kendimizi yalnız evimizde değil, dışarıda da güvende hissetmiyoruz. Durum bu olunca kaygılı ve “sağlıklı” beslenmek mi kaygısız ve “sağlıksız” beslenmek mi daha “iyi” ben tam kestiremiyorum.
Belki de korkularımızı keşfetmek, dinlemek, anlamak ve kontrol edemeyeceğimiz şeylere yönelik olanları ayıklamak hepimize iyi gelir; ben, içinde bulunduğumuz koşullarda başka bir çözüm yolu göremiyorum. Çünkü tehdit altında hissettiren mesajları okuduğumuzda hissettiklerimizi ve üzerimizdeki etkilerini “bilmek” bizi güçlendirebilir. İçinde bulunduğumuz hali bilmek; elimizi kolumuzu bağlayan kaygıyı dindirip harekete geçmemize yardımcı olabilir.
Kafamızın içindeki kaygı ile yükselen “öteki” seslerin farkına varıp, ayıkladığımızda, kendi sesimizi duymak kolaylaşır; bedenimizi dinlemeye ve bizim için neyin iyi olduğunu hissedebilmeye başlarız belki kim bilir? Yapamadıklarımıza dertlenmek yerine koşullarımızla barışır ne yapabileceğimize bakarız? Küçücük adımlarla ilerler ya da önce bekler ve içselleştirir sonra da akışına bırakırız? Bedenimizi dinleyip adım atabildiğimizi gördükçe daha da sakinleşir, doğru bilgiyi ayırt edebilir oluruz belki…
Ortalıktaki karmaşaya ve insanlara nelerin iyi geldiğine bakılırsa; iyi ve sağlıklı bir yaşamın binlerce tanımı var. Hatta dünyadaki insan sayısı kadar… Kimimizin şekere, kimimizin süte, kimimizin deterjana, kimimizin de plastiğe intöleransı var. Bazılarımız onu rahatsız eden her şeyi hayatından çıkarıp yerine bir alternatif koyuyor, bazımız sadece bir şey üzerine yoğunlaşıp yavaş yavaş ilerliyor. Değişim süreci yalnız tüketim tercihleri ile ilerlemiyor; bazen önce inandıklarımızın değişmesi, korkumuzun dinmesi ya da psikolojimizin iyileşmesi gerekiyor. Bazen bir parça çikolata yemek, yememekten daha iyi geliyor.
Ben kendim için iyi olanı biliyorum ve o anki koşullarda elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Benim doğrumun herkes için tek “sağlıklı” seçenek olmadığını biliyor, başkalarına dayatan seslerden biri olmamaya çalışıyorum.
Bazen seçeneklerimin daralıyor ya da bir kaçına ulaşamıyorum. Dışarıda yemek yiyor, başkasının evinde kalıyorum… Ne korkuyor ne de tedirgin oluyorum. Elimden gelenin en iyisini yaptığıma ve bedenimin sağlayabileceği uyuma güveniyorum. Yapamadıklarım için kendimi suçlu hissetmiyor, “mevcut koşullarda ne yapabilirim?” sorusunu önceliyorum.
Ve bazen bana asıl iyi gelenin suçlu hissetmemek, takıntı haline getirmemek olduğunu düşünüyorum. Bir de kendime, bedenime kulak kesilmek ve ihtiyacımı bildiğime güvenmek.
Beş yıldır değişiyor, öğreniyor, tercihlerimi yeniden ve yeniden düzenliyorum.
Acelem yok. Bedenime güveniyorum.
YORUMLAR