Az çoktur
Salamura yaprakları suya koydum. İçini her zamanki gibi fazla fazla pişirdim. Sonra oturdum ve başladım sarmaya.
Kulaklarımda babaannemin "içini o kadar çok koyma, sarma dediğin kalem gibi olur!" sesi savaşıyor "az"ı pek sevmeyen tarafımla. Bir o, bir diğeri kazanıyor. Sarmalardan biri ince biri kalın oluyor. Zihnim her yaprakta sonu gelmeyecek sandığım bir muhakeme yapıyor.
Düşünüyorum; söz konusu azaltmak olduğunda sürekli endişelenen yanımı.
Yemek pişirirken verilen tarife hep bir kaşık fazladan ekleyen benim ne de olsa. İki bardak yeteceğini de bilsem tepeleme yapar yine fazlasını koyarım. Bir konuya çalışmak için bir kitap yetecekse de ben hep ikinciyi, üçüncüyü yanıma alırım. Kızım için düşündüğüm bir hikayenin bütün serisini daha okumadan tamamlarım. Dostlarıma çoğunlukla fazla anaç davranır, dertlerini onların yerine çözmeye ve sahip olduğumdan bile fazlasını vermeye çalışırım. Ceplerimde sıklıkla "yeterince" verip vermediğim, yapıp yapmadığım ile ilgili kaygılar taşırım.
Geçenlerde çok sevdiğim iki dostum gelecek diye heyecanlanmış, bütün duygumu mutfağa akıtmış ve kahvaltı masasında kendi tabaklarımızı koyacak yer bırakmamıştım. İşte o zaman bir anda fark ettim ne kadar "fazla" olduğunu her şeyin. O kadar fazlaydı ki insanın yemek yiyesi gelmiyordu. Hissettiğin tuhaflık seni doyuruyor ama keyif vermiyordu.
Yoruluyordum da üstelik bu "fazla oluş"larımda. Durmadan yapıyordum, topluyordum, üretiyordum, alıyordum, veriyordum... Herkesin tatminini görene kadar da kendimi kaygı ile çalışır buluyordum. Bütün bunları yaparken sanki anneanneme belki de hiç tanımadığım büyük büyük anneme dönüşüyordum. O anda kaç kadın olduğumu bilmiyorum...
Anneannemin bu fazla halden ne kadar mutlu ve tatmin olduğunu hatırlıyorum. Annemin ise hiç yeteri kadar "fazla" olamadığını ve yapabildiği kadar fazlanın da onda ciddi bir gerginlik yarattığını. İnsanlara gerektiğinden fazlasını vermemek için geliştirdiği direnci ve bunu bana da öğretmek isteyişini. Ondaki gerginlik çocukken "fazlanın" ona yaşattığı sıkıntıdan ve bendeki mutluluk da bunun dönüşümlü aktarımından olabilir mi? Hissediyorum ötekiyle bütün ilişkimi mutfağa boca etmek kalabalıklaştırıyor ve sıkıştırıyor masayı. Bütün bunlar içimde dolduramadığım bir boşluğu bu şekilde doldurmaya çalışmamdan mı?
Fazlanın birazını istiflesen, paylaşsan, buzluğa koyup saklayabilsen, kalanını dilimleyip yeniden fırınlayabilsen de -sonradan eritip yediğim yemekler ya da biscotteye çevirdiğim tatlı çöreklerim gibi- çoğu ya çöp ya yük oluyor bir şekilde. Çürüyor ya da birikiyor kenarda köşede. Ya evinde ya da başkasının kalbinde.
Bu aralar, yeni ve yetinmenin önemli olduğu bir yaşamın arefesindeyken, hep bu "fazla olma" hali ile yüzleşiyorum. Yalnız mutfakta değil, gerekenden, ihtiyaçtan fazlasını yaptığımı bildiğim her anda...
Bir yandan yaprakları sarıyor, bir yandan "fazla olsun" istediğim anları yakalıyorum. Korkumun derinlerine inme çabasıyla, kendime sorular soruyorum:
Daha az yapsaydım benim için ne değişirdi? Ne azalırdı? Hep yetmeyecek endişesi taşıdığıma göre az yaptığımda azalacağını düşündüğüm bir şeyler olmalı...
Katmanları kaldırdıkça duyuyorum: "fazla", içimdeki "ya yetmezse(m)" endişesinin görülen kısmı... Mutluluğum ve tatminim ise gerçekte bu endişenin yokluğunun verdiği rahatlama hissi; "Oh, sonunda. Yetti(m)." Belki de derinlerde bütün bu kaygılar benim "özyeter"imle ilgili. Yeterlilik düşüncem ile sıkı sıkıya ilişkili. Bir nevi özyeterimin dışarıdan, ötekinin tatmininden beslenme hali.
Yeterlilik ile ilgili kendime yönelik düşüncelerim daha sonra irdelenmek üzere bir kenarda dursun; "yeter"i öğrenmek ve bilmek yeni hayatımın bana en büyük getirisi olacak gibi hissediyorum. Şimdiye kadar atalarımın tarım devrimi kadar eski garanticiliğinin ve depolama arzusunun da içime işlemişliği ile hep fazlasını yapmak istedim ve yaptım. Önümde bir engelim de yoktu bunun için. "Fazla", diğer canlılar ve dünya için adil miydi? Pek sorgulamadım. Fazlanın hem yaşantımızda hem dünyada yarattığı savaşlar üzerine düşünmedim. Getirdiğinden çok götürür müydü? O yöne bakmadım, görmedim. "Yeter"i deneyimlemedim.
Hepimizin "az"ı gönüllü olarak seçtiği nadir zamanların güzelliği, tatmini, bolluğu ve bereketi bile derinlerdeki düğümü çözememiş belli ki. Henüz. Şimdi hayal ederek, isteyerek seçtiğim bu yeni yaşamda bazen ben isteyeceğim ve fazlası mümkün olmayacak. Biliyorum o zaman korkum yüzeye çıkacak. Onu tanıyacak ve bileceğim. Korktuğum gibi olup olmadığını da göreceğim.
"Az"ın "çok" olduğunu gördüm. Bu sefer, yaşayarak öğreneceğim.
YORUMLAR