Kabul
Dün gece rüyamda öfkemi gördüm. Çocukken çok sevdiğim ama sonra bir nedenden incinip kalben ayrı düştüğüm bir yakınımın yüzüne bağırıyordum çektiğim acıyı bunca senedir. Bu öfkenin içimde durduğunu bile unutmuşum. Uyandığımda hatırlıyordum. Yirmi yıldır bu duyguyu içimde mi tutuyordum?
Başka insanlarım da var geride bıraktığım ve bazı anlar; aklıma geldiğinde içimi acıtan, canımı yakan ve beraberinde anlaşılmamışlık, terk edilmişlik, hayal kırıklığı, dışarıda bırakılmışlık, haksızlık duyguları taşıyan. Ne zaman aklıma gelseler içime içime batan. Aynı duyguyu yaşıyorum onlarla ilgili bir şeyi her gördüğümde. Hep sızlayan bir ize dönüşüyorlar içimde. Onlarla yaşadığım deneyimden çıkardığım kırgınlık, korku ve güvensizlik dolu sonucu diğer ilişkilerime de taşıyorsam, iltihaplı bir yara oluyorlar hatta.
"İnsan yaşamı spiraldir, bizler sonsuzluktan geliriz ve daha yüksek bir düzeyde oraya geri dönmeyi umarız. Zaman bir dairedir ve bizim ilişkilerimiz de birer dairedir. Bizler Aborjin çocukları olarak, yaşamın ilk yıllarında her bir daireyi, her ilişkiyi kapatmanın önemini öğrendik. Eğer bir anlaşmazlık varsa biz bir çözüm bulana kadar uyanık kalırız. Eğer yarın ya da ileriki bir zamanda çözüm bulmak üzere gidip uyursak bu daireyi uçları kırılabilir biçimde açık bırakmak olur. O duygular hep taşınır ve kişinin bedeninde bozulmalara yol açar." demişti bir bilge, çok sevdiğim bir Aborjin masalında. İşte aynen böyleydi aslında.
Bütün bu duyguları neden taşıdım bunca sene sırtımda bilmiyorum. Kendimi o kadar değersiz hissediyordum ki gidip anlatırsam bu duyguyla yüzleşmek zorunda kalacağımdan mı korkuyordum? Yoksa ne kadar öfkeli olsam da sevgiyi kaybetmekten mi? Beni yargılayıp "sen yanlışsın, kötüsün" dediğinde onları "haklı(?)" bulup kendimi sevmediğimden mi? Kendimi onun kurbanı olarak bilmek, yaralarımla yüzleşip, değişmekten kendiliğinden ve kolay geldiğinden mi? Belki de hepsi...
Şimdi içimde yeşeren özdeğerim ve özsevgimle olaylara yeniden baktığımda daha da iyi anlıyorum durumu; kendimi, karşımdakini ve çemberimizi... Rüyama şükrediyorum sonra. Unuttuğum o öfkeyi çok derinlerden çıkarıp hatırlattığı için bana. Akrabamı arayıp konuyu açma gereği duymuyorum ama taaa İzmir'den Ankara'ya bir gökkuşağı yolluyorum. Sözlerim onu bulacak. Biliyorum.
İkimizi de görebiliyorum; sanki dün gibi. Karşılıklı oturmuşuz. O konuşuyor, ben dinliyorum. O zaman içimde oluşan yargıyı bir gözleme dönüştürüyorum. Bağışlamak zorunda hissetmiyorum ama daha anlayışlı oluyorum kendime ve ona karşı. İkimizin de o zamanki durumunu, seçimlerimizi yargılamadan, görüyorum. Kendi inançlarımızdan şekillenen düşüncelerimizi ve tetiklenen duygu ve davranışlarımızı görüyorum. Ve ikimizin de o anda elimizden geleni yaptığımızı kabul ediyorum. Onun elinden gelenle benim elimden gelenin farkını da. Öylece olduğu gibi. Şimdi biliyorum ki ne yanlış ne de eksiktim. Ve biliyorum ki o da ne yanlış, ne anlayışsız ne de katıydı. Zihnimdeki, duygularımdaki ve bütünümdeki yaraları iyi ediyorum böylece. Dairemi kapatıyor ve ileriye yürüyorum.
Kabul etmek ve sevmek, her insandan hoşlandığım ya da davranışlarını onayladığım anlamına gelmiyor. Herkes benim hoşlanabileceğim gibi olamaz ama herkesin özünün aynı yerden, sevgiden, sonsuzluktan, Yaradan'dan geldiğini biliyor ve herkesin içindeki sonsuzluğu seviyorum. Farklı olduğumuzda, çatıştığımızda kavga etmiyor, onun kendi doğruları olduğunu kabul ediyor, enerjimi ise bilinci benimkine benzeyenlere vermeyi seçiyorum. Aborjin bilgenin dediği gibi "Kimse hazır olmadıkça değişmeyecektir. Ve unutma ki bu normaldir. Sonsuzluğun düzeninde bu gerçekten bir sorun değildir"
YORUMLAR