Anaçlık hali

Annelik etmeyi ve beslemeyi temsil eder memeler diyor Louise Hay "Tüm Hastalıkların Zihinsel Nedenleri" adlı çalışmasında. Memelerdeki mastit, şişlik, ağrı ve kistleri ise "kendini beslemeyi reddetmek, herkesi kendi önüne geçirmek, aşırı annelik etmek, aşırı korumak ve herkese hükmetme tutumu" olarak yorumluyor. Geçmişime bakıp yorumun gerçekliğine şaşırıyorum.


Göğüslerimdeki küçük oluşumları ve dokunduğumda hassasiyet veren ama anlatmakta zorlandığım tuhaf tıkanıklık enerjisini hissettiğimden beri problemin nedeni üzerine düşünüyorum. Ve yine o günlerden beri birbirine benzeyen rüyalar görüyorum. Anne sütü akıyor üzerimden, bütün çevremi sarıyor ama ben gittikçe küçülüyorum. Her yaşta görüyorum kendimi; çocukken, ergenken, anneyken, 50'li yaşlardayken... Ve sahip olduğum her seferinde daha büyük göğüsler ama daha küçük bir beden. Kendime soruyorum:


Başkalarını bunca beslerken kendimi de besliyor muyum?


Sanıyorum 10-12 yaşlarındaydım Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ndeki Kybele'yi gördüğümde. Şaşırmış ve yadırgamıştım şişmanlığını, iri ve sarkmış göğüslerini... Hikayesini öğrendiğimde abartılı gelmişti kadın bedenindeki bolluk ve bereket öğeleri. Tuhaf bir dengesizlik hissettirmişti. Doğa ana sadece besler miydi? Yoksa bereketinin ardında güçlü bir alma verme dengesi, dönüşüm mü gizliydi? Sürekli almak üzerine yarattığımız sistemde doğa ananın solan yüzünden biliyorum ki doğa bu denge korundukça bereketli.


Pek bir benziyor bu yörenin kadını Kybele heykeline. Doğurganlığı simgeleyen geniş bir kalça. Bolluğu simgelercesine dolgun ve yuvarlak hatlar. Beslemeyi simgeleyen iri göğüsler, ötekini beslemeye eğilimli bir beden... Az önce oturur halde kendime baktım. Ben de O'yum. Benim de bedenim bu ve kültürümüzün bizi eğittiği kadın, hatta insan modeli de. Etrafımız önce ve hep başkalarını besleyen anneler, babalar, gençler ile dolu. Annem, kayınvalidem, anneannem, babaannem, kuzenlerim böyle evet. Ve babam, kardeşim, eşim, kayınpederim de... Kadın olunca anaçlık, erkek olunca babalık, abilik oluyor da adı, eğer durum dengesiz ise insanın içinde yarattığı ve büyüttüğü boşluk hep aynı.


Çocukken "fedakarlık" olarak görürdüm bunu. İlişkilerin, sevginin gereği olduğunu düşünürdüm verici olmanın, anaçlığın ve ablalığın. Bu davranışım sebebiyle onaylandığım için herkesin benden önce gelmesi normaldi. Büyüklerimi tatmin ettiğim sürece onay, teşekkür ve kabul alıyordum. Bir de sevgi. Anne, baba olduktan sonra çocuğu tarafından da sevilmemekten korktuğu için onu beslemeyi, mutlu etmeyi herşeyden çok önemseme, üzüntüsüne ağlamasına katlanamama ve onun tatminini yaşam amacı edinme haline şaşırmıyorum şimdi.


Çocukluk penceresinden bakınca "sevilmek ve kabul görmek için beslemek, sevgiyi hak etmek gerek" inancının, yani kültürün bir kurbanı gibi görünsek de büyüdüğümüzde tek taraflı olmuyor bu "fedakarlık(?)" hali. Buna devam etmeyi seçiyoruz çünkü. Kimsenin başına kakmasak, hatta beklentimizin farkında bile olmasak da yaptığımız "fedakarlıkların" karşılığını bekliyoruz. Hepimiz gibi ondan bekleneni sezmeye ve tatmin etmeye eğitildiği için biliyor ne beklediğimizi karşımızdaki. "Fedakarlığımızı" bir seçim olarak gör(e)mediğinden sırtlanıyor çocuklarımız bizim duygularımızı, tercihlerimizi, beklentilerimizi... Aynı bizim de sırtlandığımız gibi. Ve kültür diyoruz buna. Yeri geliyor analık babalık hakkı diyor, yeri gelince de "ben senin için en iyisini bilirim" diye seçimlerimizi, "ben senin içindeki potansiyeli çok iyi biliyorum" diye arzuladığımız kimlikleri dayatıyoruz. Böylece çocuklarımız bizi tatmin etmek için çırpınıyor ve biz tatmin oldukça besleniyorlar. Biz de onlar çabaladıkça ve bizim yaşam kalıplarımıza sığıştıkça besleniyoruz. Beslemek bir tür iktidara dönüşüyor. Hepimiz yücelttiğimiz fedakarlık iktidarının baskısı altında eziliyoruz. Böyle bakınca ne tuhaf, sağlıksız, zorlama bir beslenme ilişkisi değil mi?


Anaçlığım üzerinden sadece onay, sevgi, beklentilerimin karşılanması ve kabul ile beslenmiyordum tabi. Biliyorum ki başkalarının duygularıyla bütünleşmek, onların dertlerini sahiplenmek kendimden de bir kaçıştı benim için. Kendi ihtiyaçlarım öyle derin ve içimdeki boşluk öyle acı vericiydi ki; kendi duygularımla temas etmemek için de ötekini besliyordum ben. Onun derdini dert ediniyor, kendimi duymuyordum. Ötekinin duygularında kayboluyor acımı hissetmiyordum. Öte yandan ötekini besledikçe başkalarının hayatında daha çok var oluyor bir çeşit kontrol ilüzyonu yaratıyordum kendime. Ötekilerin hayatlarında var olduğum sürece kendi varlığıma ve değerime inanıyordum...


Sonra anne oldum. Lohusayken bütün değersizliğim, yetersizlik inancım, sevgi açlığım aktı içimden oluk oluk ve ben bütün bunları doldurabilmek için besledim kızımı. İyi bir anne olmayı, beslemeyi, kızım tarafından sevilmeyi öyle istedim ki verdim, verdim, verdim. Sütüm o kadar aşırıydı ki bana acı veriyordu. Göğüslerim üç beden büyüdü, aşırı sütten tıkandı, şişti aylarca. O zamanlar bunun benim doğam olduğunu düşünmüştüm. Şimdi ise açıkça besleme arzuma bedenimin verdiği yanıt olduğunu anlıyorum. Aynı rüyamdaki gibi, her yere süt akıtıyordum. Su içmeden, yemek yemeden, kendimi unutarak yaşadım birkaç ay.


Ve sonra; uyandım.


Sözüm vardı sağlıksızlığını her hücremde hissettiğim kültürel fedakarlık-beklenti cenderesine girmemeye. Girmedim. Ben kızıma ihtiyacı olan alanı verdim o da bana değişme cesaretini. İzin verdim kızımın kendi olmasına, izin verdim kendime kendimi bulmaya ve sonra izin verdim herkesin kendi olmasına. "Kabul"ü öğrendim. İhtiyaçları ve duyguları dile getirmeyi ve herkes hala "kendi" iken, birbirimizin ihtiyaçlarını duyma ve uzlaşma zemininde olabilmeyi.


Şimdi düşününce görüyorum ki her ne kadar dengelense de şu anaçlık işi; talep olmadan yardım etmemeyi (müdahale etmemeyi), kendim için yardım istemeyi, mutlulukla verdiğim kadar bana verileni de neşe içinde kabul etmeyi ve "yeter"i öğrenmeden tam dengeye gelmiyor bu dengesiz anaçlık; "kendimi doldurmak için verme hali".


Bu senenin başında birileri evime geleceği zaman girdiğim halleri görseydiniz anlardınız ne demek istediğimi. 2 kişiye 8 kişilik yemek hazırlayan, sofrayı kendi tabaklarımızı koyacak yer kalmayıncaya kadar dolduran, gerçekten de sevdikleri yedikçe doyan bir kadına, anneme, anneanneme dönüşüyordum birden. Onlar yedikçe mutlu oluyordum resmen. Köklerimdekinin nasıl içimden taştığını görüyordum o zamanlar. Neyse ki geçen kıştan beri "yeter"i de öğreniyorum. Bir de sofraya herkesle beraber oturmayı ve kendimi beslemeyi.


Şimdi sıra bunca yıl başkalarını beslemenin bedenime getirdiği kistleri ve ağrıyı temizlemekte.

Louise Hay'in yazdığı gibi:


"Kusursuz bir denge içinde besleniyor ve besliyorum.

Ben önemliyim, değerliyim. Artık kendimle ilgileniyor, kendimi sevgi ve sevinçle besliyorum, başkalarına kendileri olma özgürlüğü tanıyorum. Hepimiz güvende ve özgürüz"

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir instagramdan tanıyorum sizi. bu akşam da buradaki yazılarınızı okuyayım diye niyet ettim. çok güzeller, çok öğretici ve anlamlı oldu benim için. ellerinize sağlık. nerootok
    CEVAPLA
  • Misafir Çok güzel teşekkürler :)
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.