Başlangıç
Sonunda geldik.
Buradayız.
Arazimizde.
Sabahları buranın sesiyle uyanıyoruz. Tepenin ardından yükselen güneşle... Buraya özgü kokularla.
Uzun zamandır bunu bekliyordum ama henüz alışmadı bedenim. Bedenin seslere, kokulara alışıp da geceleri derin uykuya dalabilmesi zaman alıyor. Beden yeni yerdeki her tıkırtıyı tanıdıktan sonra ancak kendini güvende hissediyor ve tetikteki halinden çıkıp dinlenme haline izin veriyor. Kendini zamanla bırakıyor. Burayı alışımızdan iki buçuk yıl sonra araziyi çok iyi tanıyor olsam bile bu böyle. Uykuya teslimiyet başka bir şey çünkü beden için.
Eksiklikleri var henüz evin. Bir mutfağı, su tesisatı ya da banyosu yok. Tuhaf olanı bana bunların eksik gibi hissettirmiyor oluşu. Bukalemun gibi uyum sağladım yeni durumuma. Zorluktan çok günün olağan akışı gibi geliyor her şey. Başta ne yapacağını bilemiyorsun ama bir kere düzeni kurdun mu hiç yabancılamıyorsun. Gerçi düşünüyorum da bu benim hayata karşı genel tutumum... "Yok"a değil de "var olana" bakmak. Hayal kurmamak, dilememek, arzulamamak değil ama henüz gerçekleşmeyene saplanıp kalmamak. Var olanı sevmek biraz kendiliğinden benim için.
Asım bu evi yaparken neresi nasıl olsun diye pek-aslında hiç- ilgilenmemem de bundan. Nasıl olursa olsun girip aynı mutluluk ve kabul ile yaşardım ben. Hem derdim ev değil de bu arazide var olmak olduğundan hem de biraz mizaçtan.
O kadar çok şey bizi sıkıştırdı ki taşınma öncesinde. Kendimizi dar attık çatımızın altına. Maddi sıkıntılar, kış ortası evden çıkın diye tutturmuş bir ev sahibi, türlü sıkıntı yüzünden aksayan inşaat... Şimdi biraz biraz oturup da ne oldu diye bakabiliyoruz kendimize.
Sahi neler yaşandı içimizde? Neremiz ağrıdı en çok? Yardım isteyememekten ve dolayısı ile desteksizlikten sırtımız mı? Adım atma ve karar alma problemlerimiz yüzünden ayaklarımız mı? "Yapmak" ile ilgili sorunlardan, belki yetersizlik inancından ellerimiz mi? Bize ait olmadığı halde taşıdığımız yüklerden omuzlarımız, bakış açımızı değiştirmeye direncimizden boynumuz mu?
Buraya gelene kadar geçtiğim sürece bakınca en az altı yedi yıl yaşadım sanıyorum iki buçuk yılda. O kadar uzundu beklemek. O kadar uzun sabrettim. Kendi içimde o kadar zor duygularla, inançlarla yüzleştim:
Çaresizlik, eksiklik, yetersizlik ve hayal kırıklığı diyemeyeceğim kadar yoğun olduğundan "kalp kırıklığı"...
Ve bir de sayısız an vardı; uzun bir çocukluk dolusu sevinç, şaşkınlık, merak, mutluluk, tatmin, huzur...
Şimdi durduğum yerden bakınca bir varış gibi görünse de aslında bir başlangıç bu. Nelere gebe henüz bilmediğim...
Bugünler biraz nefes alma zamanı bizim için. Ateş karşısında oturup, boş boş uzaklara dalıp kendimizi dinleme ve güç toplama yeni başlangıç için. Birikenleri, tıkananları temizleme ve dinlenme. Yapılacak onca iş olsa bile.
YORUMLAR