Yürümek

3 yaşındayken halamın oğlu Kaan kendi oyuncağını kırıp benimkine uzandığında "abla" oldum ilk. Vermek istememiştim yüzen bebeğimi çünkü. Kurulunca kulaç atıyor ve su sıçratıyordu leğende. Çok hoşuma gitmişti. Üstelik daha önce hiçbir oyuncağımı vermem de gerekmemişti. Benim isteksizliğimi gören babaannem, 1 yaşındaki kuzenim ağlamasın diye "Sen artık abla oldun, büyüdün, ver" dedi bana. Hiç unutmadım sözlerini. Sonra hep ablaydım zaten. Hem anne hem de baba tarafının en büyük çocuğu, 13 kuzen ve bir de erkek kardeş ablası.


Pek anlamadım nasıl bu kadar kolay kabul ettim durumu ama ettim sonuçta. Kimliğimin bir parçasıydı ablalık, annelik... Arkadaş ilişkilerime de yansıdı hep. Kol kanat geren, dinleyen, sorun çözen, ihtiyaçları bilen ve durumu halleden kişi oldum her zaman. Alan açan ve destekleyen.


Sürekli abla olma durumu bir süre sonra yalnızlaştırıyor insanı. Daha doğrusu kendi işini her zaman kendi halleden oluyorsun. Yardım isteyen olmuyorsun.


Kendi yolumu kendim buldum böylece... Sanırım bu yüzdendi emin değilim. Belki fıtratım da buydu hali hazırda. Önemli değil pek.


Kendi yolumu bulduğum zamanlarda tanıştım içimdeki yaşlı kadınla. Yaşlı, bilge bir anne gibiydi. Sorularım vardı, onun da cevapları. Şefkatliydi. Onu dinledim sıklıkla. Bazen, uzun süreler, yolumu kaybettim, korktum, panik oldum... Sonra yine geldi bir şekilde.


Daha yirmili yaşların başındayken ruhunuz kaç yaşında testlerinde 45-50 çıkmaya başlayınca fark ettim ki o yaşlı kadına dönüşmeye başlamışım. Olgun, ağır, yaşlı.


Bu böyle kötü bir şey de olmadı ha benim için hiç. Ben çok seviyordum sahip olduğum yaşlı ruhu ve hayatımı. Hala da seviyorum. Bütün bunlar bir dramdan çok, bu çeşit bir yaşamı anlatmak için.


Sonra sonra öğrendim ve dengeledim ablalık/annelik hallerimi. Kendimi ifade etmeyi öğrendim, sorulmadan yardım etmemeyi ve başkalarının sorunlarını çözmeye çalışmak yerine onlara ihtiyaçlarını sormayı, eşlik etmeyi. Karşımdakinin duygularını sırtlanmak yerine başkalarına ve kendime aynı anda empati verebilmeyi. Yeri geldiğinde hayır diyebilmeyi. Abla ya da anneden Seda'ya terfi ettim. Dost ve insan...


Yine de çok keresinde "sen benim anne ağacımsın" diye duydum etrafımdakilerden son 6 yılda. En çok Yeliz'in demesini sevdim, o ayrı. O söyleyince içim kendime de şefkatle dolardı. Anne ağaç, şefkat demekti çünkü onun için, yargısızlıktı. Eski, fazla ablalığım ya da anneliğim değildi. Yeni bir şeydi.


Bi' ıhlamur ağacıydım ben bana göre de. Büyük ve yaşlı... Bir yere gitmeyi sevmezdim, insanlar gelsin isterdim gölgeme. Dinlensin. Kokumla, yaprağımla şifalansın. Öyle de olurdu. Ben köklenmiş dururdum öylece, insanlar gelir ve giderdi. Çok severdim bunu... Böylece bir ıhlamur ağacı oldum işte. Yeterince uzun bir süre.


Şimdi değilim. Çünkü şimdi yürümek istiyorum. Bu yeni bir arzu. Öyle çıkıp yürümek. Hareket etmek.


Ağaç olan tarafımı seviyorum. Bekleyen. Duran. Rüzgarla hafifi hafif sallanan ama hiçbir yere kıpırdamayan. Güven veren. Yaşlı bilge kadınlığımı seviyorum. Yavaş hareket eden, susan, dinleyen, düşünen, karşısındakinin ihtiyacını sezen ve veren. Sezgisi kuvvetli ve analizi derin.


Uzun süre durdum. Bağ kurdum. Köklerimi, dallarımı, topraktan, sudan ve güneşten aldığım şifayı, meyvelerimi keşfettim. Gölgemi ve verme kapasitemi... Almayı ve istemeyi de öğrendim.


Zaman zaman onlar da olacağım elbette. Ama içimde dans eden kız çocuğuna daha çok yer açılsın istiyorum. Oyuna... Daha hareketli bir müziğe.


Nereden ve nasıl olduğunu bilmese de onun için doğru olanı kendiliğinden bilen, kalbinden gelen o bilgi ve yaşamla akan, oyun oynayan, dans eden bir kız çocuğu öncülük etsin istiyorum içime. Kendiyle ve yaşamla bağlantıda dans eden bir kız...


Bir çeşit çocuk oluş... Yeniden.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.