Kendine sahip çıkmak
En büyük özgürlük, istemediği şeyi yapmak zorunda olmamak derler. Burada şunu sormak gerekiyor: Gerçekten neyi yapmak zorundayız? Bu o kadar derin bir soru ki, eski bir Alman deyişinde olduğu gibi, eninde sonunda şu yanıta geliyorsunuz: Aslında sadece ölmek zorundayız... Çünkü hayatın daha doğuştan belli olan tek gerçeği bu; ölümlü varlıklarız. Dolayısıyla bebeklik ve çocukluk döneminde yaşadıklarımız hariç, doğum ve ölüm arasındaki her şey bir zorunluluk değil; seçimlerimizin veya tercihlerimizin sonucudur.
Bebeklik ve çocukluk diyorum çünkü bu yıllar, neredeyse tamamen bir başkasına bağımlı yaşadığımız yıllardır. Bu süreçte bedensel ve psikolojik açıdan gereken bakımı alamazsak hayatımız tehlikeye girer. Ancak akıl yürütebilmeye ve sebep-sonuç ilişkileri kurabilmeye başlamamızla birlikte tüm eylemlerimiz birer “seçim” olur. Karşılaştığımız durumlarda, kendimizi ifade edebilmek ve bir duruş sergilemek için en az iki seçeneğimiz olur ve biz bunlar arasında bir seçim yaparız. Bu seçimler bazen anlık bazen de uzun uzun değerlendirmeler sonucu olabilir. Ancak ister ani davranış olsun ister durup düşündükten sonra yapılmış bir eylem olsun her durumda da sorumluluk, seçimi yapana aittir.
İnsanoğlu, bu sorumluluğu taşımaya pek gönüllü değildir çünkü bazen sonuçları konfor getirmeyebilir. Özellikle de mücadele gerektirecek seçenekler söz konusu ise insan, genelde daha konforlu olan ancak özünden epey ödün vermesini gerektiren bir seçim yapar. Özünden ödün vermekten kastettiğim; aslında kendi benliğine uymayan, derindeki duygu ve düşüncelerine paralel olmayan bir yolu seçmesidir. Ancak bile bile yapılan bu seçimler o kadar can yakar ki, acıyı hafifletmek için “mecbur kaldım” gerekçesine sığınılır. Aslında “mecbur kaldım” yerine “cesaret edemedim” ya da “mücadele istemedim” gibi dürüst ifadeler de kullanılabilir ama bunlar insanı güçsüz gösteren, negatif ifadeler gibi algılanır ve “mecburiyetle” daha şık bir şekilde kamufle edilir. Üstelik sorumluluk da tamamen “dış güçlere” atılmış olur.
Yazının en başında kullanılan tarifi bu nedenle başka türlü formüle etmek gerekir. Çünkü mesele, basitçe “hayır” diyerek istemediğini yapmamak değildir. Bu gücü kendinde bulabilmek için çok daha temel bir duruşun gelişmesi gerekir: Kendini/özünü iyi tanımak ve her şart altında ona sahip çıkmak... Sahip çıkma eyleminde sadece bir şeyleri reddetmek yoktur; arkasında durulan, kucaklanan ve korunan bir olgu vardır: Benlik. Her insan kendi içinde benzersiz bir kombinasyondur, bir eşi daha yoktur. İnsanı özellikle kendisi yapan sadece tek ve eşsiz olan DNA'sı değildir, aynı zamanda sahip olduğu değerler kombinasyonudur. Yetişkinlik yaşlarına geldiğimizde kısaca “yaşam felsefesi”olarak özetleyebileceğimiz, aile ve eğitim gibi başka faktörlerin de etkisiyle şekillenen bir el kitabımız oluşur. Hayattaki seçimlerimize yön veren tek etken yaşam felsefemiz ve benliğimizi oluşturan parçalar olduğunda gerçek özgürlükten bahsedebiliriz.
Hayattaki seçimlerimizde kendimize sahip çıkacak gücü bulabilmemiz, büyük ölçüde sağlıklı bir benlik algısının gelişmesi için uygun ortamlarda yaşamış olmaya bağlıdır. Bu uygun ortamların başında aile ve özellikle annenin çocuğa yaklaşımı gelir. Artık annenin bir parçası olmadığını bir bebeğin/çocuğun doğal bir süreçte kavraması, tek başına bir birey olmayı zor ve riskli bir durum gibi algılamaması, böyle durumlar olsa bile ihtiyaç duyduğunda her zaman destek göreceğine güvenebilmesi, sağlam bir benlik oluşması açısından çok önemlidir. Kendi eşsiz özelliklerimizin farkına varmak, bunları bazen pekiştirmek bazen de biraz törpülemek, kendimizi geliştirebileceğimiz ve ruhumuzu doyurabileceğimiz ortamları seçebilmek için bu sağlam zemine ihtiyacımız var. Böyle bir zeminde büyüyüp gelişmiş benlikler için seçimler daima öze uygun olur, sonuçları ne olursa olsun vicdan rahattır, dayanma gücü bulunur veya keyfi sürülür...
YORUMLAR