Bazı vedalar neden zor?
Yaza veda nidalarının yükseldiği, sıcakların çok şükür ki hala serin seviyelere inmediği ve yaprakların da henüz genelde yeşil göründüğü günleri saymaktayız... Evet, sonbahara doğru geri sayım başladı; içten içe bunu biliyoruz ama tıpkı çocukların “anne 5 dakka daha!”ları gibi hala kendimizi açık hava mekanlara atıyoruz, kışlıklar hala kaldırdığımız yerde duruyor ve uyandığımızda güneş varsa ona göre plan yapmaya başlıyoruz...
Bu satırlardan sonbahara negatif anlam yüklediğim anlaşılmasın; sadece yaz mevsiminin nimetleri sonbaharınkilerden daha cazip göründüğü için elimizde olmadan orada kalmak isteme halimizi anlatmaya çalıştım. Çünkü yaz mevsimi, insanlara genelde kendini iyi hissettiren, nispeten konforlu bir ortam sağlar. İnsan da özünde konforuna düşkün bir canlıdır; ancak yaşamı boyunca bunun her zaman mümkün olmayacağını anladığında çok da konforlu yaşamama haline alışır. Alışamazsa maksimum konforu bulamadığı ortamlar gerginlik yaratır ve bu gerginliğe çeşitli çözümler bulur.
İşte bazı “vedalar” bu nedenle çok zor gerçekleşir. Eğer ayrılacağınız ortam/kişi size kendinizi bir dönem maksimum konforlu hissettirmiş ise, anlık da olsa “artık ölsem de gam yemem” derecesinde bulutların tepesine çıkmışsanız beyin bunu unutmaz! Beynin haz merkezi (nucleus accumbens) çok tehlikeli bir bölgedir; zira kısa sürede hissedilen haz seviyesini tekrar talep etmenizi sağlar. Bu nedenle çok hoşumuza giden anlar hiç bitmesin veya sık sık tekrar etsin isteriz. Haz merkezinin bu özelliğini yok edemeyiz ancak başka bir kaynağı kullanarak kontrol altında tutabiliriz: İRADE...
“Ah keşke yaz biraz daha uzun sürseydi”, vs. gibi yakınmalar hayatımızı çok derinden etkilemez çünkü iklim şartları nedeniyle bir süre sonra alışmamız gereken yeni koşullar bizim talebimize kulak asmadan kendini gösterir. Bu mevsim geçişi üzerinde herhangi bir kontrol gücümüz yoktur; bunu biliriz, haz merkezi de bilir ve acıklı veda fazla uzamaz. Ancak asıl zor olan, koşulları değiştirebileceğimiz yanılgısı içinde olduğumuz ortamlarla/kişilerle vedalaşmaktır. Bu gibi durumlarda içimizdeki “anne, 5 dakka daha!” sesleri hiç susmaz hatta bir de “ya bu sefer farklı olursa??” gibi daha tehlikeli ifadeler katılır. Neden daha tehlikelidir? Çünkü UMUT, her zaman bizim için iyi olana doğru gitmemizi sağlayan bir güç değildir. Bazen de çarpık umutlarla daha fazla kalmamamız gereken yerde kendimize zarar verecek kadar oyalanmamıza neden olur. Biraz daha dayanayım, bir de böyle deneyeyim, şimdi cesaretim yok, belki kendiliğinden hallolur, vs. derken aslında yaptığımız sadece vedalaşmayı geciktirmektir. Bir zamanlar çok haz/keyif almış, konforlu hissetmiş olduğumuz ortamlarda/kişilerde uzun zamandır aynı duyguyu yaşayamıyorsak; elimizi vicdanımıza koyduğumuzda aynı duyguyu canlı tutabilmek için elimizden geleni yapmış olduğumuzu ancak sonuç alamadığımızı söyleyebiliyorsak veda zamanı gelmiş demektir; çok da oyalanmamak lazım...
Son olarak, oyalandığımızı fark ettiğimiz anda harekete geçmek için yukarıda bahsettiğim irade kaynağına ulaşabileceğiniz kestirme patikalardan bahsedeyim. Bunların başında, o ortamda/kişide artık haz duygusunu yakalayamıyorsak bunun bizim çabamızdan bağımsız bir durum olduğunu kabul etmek geliyor. Yani elinizden geleni yapsanız da, bir süre sonra alacağınız sonuç değişmeyecek. Bu kesin bilgiye ulaşmış olmak ve içinize sindirmiş olmak, vedalaşmak üzere oturduğunuz yerden kalkmak için ihtiyacınız olan temel kaynaktır. Ayağa kalktıktan sonra zaman kaybetmeden medeni bir şekilde el sıkışıp “teşekkürler, hoşçakal” diyebilmek için de gelecekte tekrar aynı hazzı alabileceğiniz başka ortamlar/kişiler olabileceğini kesin olarak bilmektir. Yine keyif alabilmek, mutlu olabilmek, haz duyabilmek milyonda bir ihtimal filan değildir; haz merkezi sağlıklı çalışıyorsa bu duyguyu tekrar yaşamamak için önünüzde başka engel yok demektir. Bunu da bilmek, size yeni sulara korkmadan yelken açabilmek için cesaret verir. Zamanı geldiğinde kolayca vedalaşabileceğiniz ve farklı hazlara cesurca kucak açabileceğiniz günler dilerim...
YORUMLAR