“Düşünce bataklığından” kurtulma kılavuzu
Bu yazının konusu olan “bataklık”, aslında tehlikeli bir psikolojik durum için kullandığım bir benzetme... Kendinizi kaptırdığınız takdirde sonu saplantı/takıntıya kadar varabilecek bir düşünceve duygu sarmalı, bataklık gibi içinde debelendikçe sizi dibe doğru çeken ve sonunda oksijensiz kalmanıza neden olabilecek bir tuzaktır.
Bazen karşılaştığımız olumsuz olaylar zihnimizi gereğinden fazla meşgul edebilir. Yaşadığımız olayı bir film sahnesi gibi zihnimizde tekrar tekrar canlandırıp çeşitli alternatifler düşünür, “keşke şöyle yapsaydım, böyle deseydim, bütün bunlar şunun yüzünden oldu” gibi altyazılarla olumsuz duygularımızın etkisi artırırız. Bu uygulama içimizde uzun bir süre tekrar ederse tıpkı bir zararlı alışkanlık gibi bağımlılık yaratır ve günlük bir rutine dönüşür. Sanki kendimizi bu sarmalın içinde tutmaktan keyif alıyormuş gibi davranmaya başlarız ve sağlıklı bir yöntemle yaşadığımız olayın üstesinden gelmeye çalışmak aklımızın ucundan bile geçmez. Enteresan olan, acı verici olmasına rağmen genellikle bu yöntemin tercih edilmesidir; çünkü bunu yapmak kolaydır. Oysa sağlıklı olan baş etme yöntemi, her seferinde canımızı yakmaz ama güçlü bir irade gerektirir; burada canımız yarayı kaşımak istemesine rağmen buna direniriz ve dikkatimizi bilinçli olarak başka konuya odaklarız.
Duygu ve düşünce sarmalından, diğer bir deyişle bizi uzun vadede tüketip sağlıklı algılama becerisi ile bağlantımızı koparacak bu kısır döngüden çıkmak için sarmalın başladığını fark ettiğimiz anda kendimize şu soruları sormaya başlayabiliriz: 1- Olayları tekrar düşünmek bana iyi geliyor mu? 2- Ben genelde ne yaptığımda gerçekten mutlu oluyorum? 3- Bunlardan birini en yakın zamanda yapabilir miyim? 4- Yaşadıklarımın tekrar etmemesi için bundan sonra neler yapabilirim? Dikkat ederseniz, bu soruların hiçbiri geçmiş zamanla ilgili değildir; ya şu anda ya da yakın gelecekte yapabileceklerinize konsantre olmanızı sağlayacak nitelikte sorulardır.
Geçmişte ne yaşamış olursak olalım, bunu unutmamız veya deneyimin duygusal etkilerine karşı umursamaz hale gelmemiz beklenemez. O deneyimi ve bizde yarattığı etkiyi ayrıntılı olarak hatırlıyor olabiliriz ama nasıl ki küçük bir çocukken düştüğümüzde oluşmuş bir yara izine bakıp o günü ve o acıyı hatırlıyor ancak hala bağıra bağıra ağlamıyorsak, aynı şekilde başımızdan geçen olumsuz deneyimlere dair duygu ve düşüncelerin normal şartlarda o günkü canlılığını da korumayacağını kabul etmeliyiz. Yani aslında gidişatı kendi seyrine bıraksak ve sürekli kafamızın/yüreğimizin içinde canlandırma yöntemini kullanmasak, duygu ve düşüncelerimiz zamanla sağlıklı bir seviyeye doğru evrilecektir. Çünkü insan doğası, ölümcül bir hasar almadığı sürece hayatta kalmak için en kısa zamanda yeniden ayağa kalkabilmek için ihtiyacı olan enerjiyi toplamaya programlanmıştır.
Olumsuz düşünceleri sürekli canlı tutmak ve böylece duygu durumumuzu (hormon salgılama sistemini) gerçek bir tehlike yokken aşırı stresle yüklemek, çok fazla enerji harcamamıza neden olur ve olayın üstesinden gelme hatta yeni bir yaşam stratejisi oluşturma sürecini uzatır. Oysa düşünce kısır döngüsünün başladığını fark ettiğimiz anda tüm dikkatimizi yukarıdaki kısa sorulara yöneltip, zihnimizi bunlara vereceğimiz yanıtlar yönünde meşgul edersek, bu sürecin sonunda rahatladığımızı ve güçlendiğimizi görürüz. Mecazi bataklıktan bizi kurtaracak ve karaya çıkarak can simidi, geçmişte değil içinde bulunduğumuz anda kalıp bakışlarımızı yakın geleceğe çevirebilmektir.
Bu tür bataklıklara fark etmeden kendinizi kaptırma eğiliminiz varsa, daha sağlıklı olan bu yöntemi denemenizi öneririm. Doğuştan sahip olduğumuz hayatta kalma içgüdüsü ve becerilerine güvenin, zararlı çıkmazsınız...
YORUMLAR