"Şükür" ile "Daha" arasında...
Daha önce ne istediğimizi bulma, tatmin ve mutluluk duygusu ve hedef belirleme gibi konularda yazmıştım. Bu konular aslında bu haftaki yazının konusuna "ön aşama" oluşturacak nitelikteydi. Özellikle aşırı sıcaklar ve nemle boğuştuğumuz bugünlerde, "buna da şükür" diyebilmek ile "daha fazlasını istemek" arasında gidip geldiğimizi fark ettim ve bu konuda yazmak istedim.
Aslında şükür duygusu, elimizde olanın bize yetmesinden kaynaklanan bir mutluluk hissidir. Hayatımızın birçok alanında bu yeterllik ve mutluluk hissini yaşayabiliriz: Sağlık, kariyer, ekonomik durum, aile ilişkileri, romantik ilişkiler, arkadaşlıklar, vb. Ancak burada yaşam kalitemizde fark yaratacak bir ayrıntı gizlidir: Bu mutluluk veya tatmin hissi gerçekten doymuş olmaktan mı kaynaklanmaktadır yoksa aslında ümitsizliğin getirdiği elindekine razı olma durumundan mı?
Birinci durumda duygusal veya fiziksel olarak ihtiyacımız olan neyse ona ulaşmış olmanın doygunluğu, tatmini ve mutluluğu söz konusudur. O zaman sahip olduklarımıza gerçekten yürekten bir teşekkürü borç biliriz hatta minimum standardın hep en az bu düzeyde olmasını dileriz. Ancak ikinci durum söz konusu ise, içinde bulunduğumuz koşulların bize daha fazlasını vaad etmediğine kesin olarak kanaat getirmiş olmanın hüznü ve çabalasak dahi ihtiyacımız olana ulaşamayacağımız inancı ile buruk bir teşekkür gelir kalbimizden; "buna DA şükür" deriz...
Buraya kadar şükür duygusunu incelemiş olduk. Bu çizginin ötesi, "daha" boyutuna karşılık gelir. Aynı şükür duygusunda olduğu gibi burada da iki farklı durum söz konusudur. Birinci alternatifte, elimizdeki aslında ihtiyacımızın en alt sınırını karşılamaktadır ancak daha fazlasını da elde edebileceğimizi ya biliriz ya da güçlü bir ümidimiz/inancımız vardır. O zaman yaşamın sunduklarına hemen teşekkür etmek istemeyiz; "biraz daha olsa fena olmaz hani..." diyerek istemeye/beklemeye devam edebiliriz. Eğer içsel sınırlarımızı iyi keşfetmiş isek, tıpkı az geldiğini bildiğimiz gibi fazlasının da zarar vereceği bilincine sahip oluruz ve içten şükredeceğimiz/doyacağımız noktayı da biliriz. Bu doygunluk/tatmin noktasına ulaştıktan sonra şartları zorlamayız ve beklenti içinde olma halimiz son bulur.
"Daha" boyutunun diğer alternatifinde, henüz kendi iç dünyamızın coğrafyasını keşfetmemiş olmanın verdiği şaşkınlıkla elimizde ne olursa olsun fazlasını isteriz. Çünkü aslında tam olarak neye ihtiyacımız olduğu, bunun ne kadarını kendi kaynaklarımızdan ne kadarını dış kaynaklardan temin edebileceğimiz hakkında bir fikrimiz yoktur. Ne kendi potansiyelimizi ne de dış dünya koşullarını iyi analiz edemeyiz ve sürekli bize doğru bir şeylerin akıyor olmasını bekleriz. İçsel sınırlarımızı ve doygunluk noktamızı bilmediğimiz için de bize akan her şeyin kesintisizliği esastır. Sürekli ve bol miktarda dışarıdan bekleriz; bir sebepten akış azaldığında ya da durduğunda öfkeleniriz ve haksızlığa uğradığımızı düşünürüz. Bu alternatifte yeterli seviye veya fazlası için hiçbir şükür yoktur; sadece "daha" vardır. Halk arasında "maymun iştahlılık" olarak bilinen durum, tam da budur ve sürekli bir tatminsizlik hissi ile dans etmektir.
Aşırı sıcaklardan yola çıkıp bu kadar derin bir konuya ulaşmış olmam da şartların zorlamasıyla ortaya çıkan bir potansiyel olarak görülebilir ve bu haftanın yazısını da tamamlayabilmiş olmaktan dolayı şükredebilirim. Ancak biliyorum ki, temel meşguliyet alanı insan olunca konular asla tükenmez; "daha nice" ilginç ve derin konu yoluma çıkacaktır... Yürekten şükredeceğiniz doygunlukları hissedebildiğiniz ancak yeri geldiğinde de şartlar zor olsa bile daha fazlası için çabalayıp ümit edebildiğiniz ferah günler dilerim...
YORUMLAR