“Yok bi şey, devam...”
Son yıllarda sürekli bu ruh haliyle yaşamaya başladığımızı fark ettim. İlk bakışta güçlü bir duruş izlenimi verse de, ayrıntılı bir değerlendirme yaptığımızda bu ruh halinin uzun vadede pek de faydalı olmayacağını görebiliriz.
Öncelikle başımıza gelen aksilikler, beklenmedik olumsuzluklar karşısında bu tepkiyi verebiliyor olmanın belli bir seviyede ruh sağlığına işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bütün olumsuzluklara rağmen gücünü/cesaretini kısa zamanda tekrar toplayabilmek, yaşam mücadelesinde avantaj sağlayan bir beceridir. Gerektiğinde kullandığımız bir “beceri” olduğu sürece, bu duruşta olmanın bir sakıncası da yoktur.
Ancak en temel içgüdümüz olan “hayatta kalmak”, bizi bazen kendimize rağmen bir strateji belirlemeye yönlendirir. Buradaki “kendimize rağmen”den kastedilen, duygularımız ve düşüncelerimizdir. Çevremizde süreklilik arz eden olumsuz koşullar, bu tür stratejileri ortaya çıkarır ve zor koşullarda hayatta kalmayı sağlamaya devam edebilmek açısından “yok bi şey, devam...” duruşu da sürekli bir hal alır.
Koşarken düşüp küçük yaralanmalar geçiren çocuklara söylenen “yok bi şey, küçük bir sıyrık, kısa bir süre sonra geçer, vs.” gibi avutma cümleleri, o anda belki çocuğun korku ve acısını hafifletmede işe yarayan bir yöntemdir ancak kazın ayağı yetişkinlikte böyle değildir... Yetişkinlikte düşüp vücudumuzda küçük sıyrıklar oluştuğunda değil, duygusal çöküşler (üzüntüler, hayal kırıklıkları, kırgınlıklar, umutsuzluk, karamsarlık, çaresizlik, vb.) yaşadığımızda bu cümleleri kullanırız. Sıklıkla bu tür cümlelerle yola devam etmeye çalışmak, güçlü olduğumuza dair bize anlık/dönemsel bir ilüzyon yaratır ve adeta mücadele enerjimizi şarj eder. Ancak böyle yaparak hissettiklerimizi görmezden geliriz ve günlük yaşamımızda bize ulaşıp akışı engelleyemecekleri bir uzaklığa (bilinçaltına) ittiririz. Onları tıkıştırdığımız yerde bizi rahat bırakacaklarını ve canımızın artık yanmayacağını zannederiz ancak yanılırız... Ne yazık ki, hak ettiği değeri bulamayan ve açıkça ifade edilip gerek duyduğu soyut alana sahip olamayan her duygu birikir ve bir gün belki de şekil değiştirmiş bir şekilde pat diye yolumuzu tıkar.
Daha önce de bahsettiğim gibi, son yıllarda dünyada ve ülkemizde gündem hep olumsuz, kaygı verici ve hafif travmalara sebep olacak nitelikte olaylarla dolu... Son derece izole bir yaşamınız yoksa, kendi hayatınızda olmasa bile çevremizde olan bitenden etkilenmemeniz mümkün değil. Ancak yaşam da bir yandan tüm hızıyla ve sorumluluklarıyla devam ediyor ve gözlerimiz faltaşı gibi açılmış, kalbimiz çarparak, gözlerimizden yaşlar süzülerek takip ettiğimiz birçok olayı en fazla bir ay sonra unutup bir sonraki travmatik olaya kadar yolumuza hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye çalışıyoruz. Bu dalgalanma, bir süre sonra birçok duyguya ve toplumsal olaya karşı duyarsızlaşmayı getirebilecek bir risk taşıyor.
Endişeyle izlediğim bu gidişata karşı ne yapabiliriz diye düşünmeden edemiyorum. Evet, sohbet ortamlarında ve özellikle sosyal medyada duygularımızı/düşüncelerimizi ifade etmeye çalışıyoruz ancak bu alanda da engellerle karşılaşabiliyoruz ve kaygılarla/korkuyla tekrar karşılaşıp “yok bi şey” moduna geri dönmeyi seçiyoruz. Yaşadığımız coğrafyadaki yaşam koşullarının topyekün iyileştirilebilmesi için sadece bireylerin, grupların seslerini duyurması yetmez zaten; daha makro düzeyde, kapsamlı ve kararlı uygulamalar gerekiyor. Tez zamanda... Sonumuz hayır olsun diyorum...
YORUMLAR